Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir.
- Most living creatures in the sea are affected by pollution.
O, büyük babanın canlı görüntüsüdür.
- It's the living image of your grandfather.
Tom hayatı yaşamaya değmezmiş gibi düşünüyor.
- Tom started to feel like his life wasn't worth living.
Ben bu tür bir hayatı yaşamaktan usandım.
- I'm tired of living this kind of life.
Çocuk oturma odasında duruyor.
- The boy is standing in the living room.
Oturma odası yemek odasına bitişiktir.
- The living room adjoins the dining room.
Yaşamımın geri kalanını Tom'la yaşayarak harcayamam.
- I can't spend the rest of my life living with Tom.
Ölüm hiçbir şeydir. Onun yerine yaşayarak başla - sadece daha zor değil fakat aynı zamanda daha uzundur.
- Dying's nothing. Start instead by living - not only is it harder, but it's longer as well.
Tom Mary'nin geçinmek için ne yaptığını bilmiyor.
- Tom doesn't know what Mary does for a living.
Tom Mary'nin geçinmek için ne yaptığını biliyordu.
- Tom knew what Mary did for a living.
Şehirde yaşayan insanlar kır yaşantısının zevklerini bilmezler.
- People living in town don't know the pleasures of country life.
Parası için onunla evlendi ve onun sıradan yaşantısına katlanamadı.
- She married him for his money, and couldn’t put up with his plain way of living.
Yaşayan hiçbir şey havasız yaşayamazdı.
- No living thing could live without air.
Yaşayanların sayısı ölülerinkinden daha azdı.
- The number of the living was smaller than that of the dead.
Tom Mary'nin geçinmek için ne yaptığını bilmiyor.
- Tom doesn't know what Mary does for a living.
Tom bir sokak müzisyeni olarak geçinmeyi zor buldu.
- Tom found it hard to make a living as a street musician.
Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı.
- The poor girl made a living by selling flowers.
Tom geçimini neyle sağlar?
- What does Tom do for a living?
Eski devlet başkanlarının hiçbiri Fransızların yaşam standardını iyileştirmedi.
- None of the former heads of State improved the standard of living of the French.
İstatistikler bizim yaşam standardımızın yüksek olduğunu gösteriyor.
- The statistics show that our standard of living is high.
Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- I like living with you.
Yalnız yaşamaya alışkın.
- She is used to living alone.
Yalnız yaşamaya alışkın.
- She is used to living alone.
Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
- I think that our living together has influenced your habits.
Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir.
- Tom drives a truck for a living.
Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı.
- The poor girl made a living by selling flowers.
Büyükannem yaşam tarzını hiçbir zaman değiştirmedi.
- My grandmother never changed her style of living.
Yeni yaşam tarzına alıştı.
- He got accustomed to the new way of living.
Yaşam, yaşayanlara aittir ve yaşayan, değişim için hazırlanmalıdır.
- Life belongs to the living, and he who lives must be prepared for change.
Yalnız yaşamaya alışkın.
- She is used to living alone.
Sizinle yaşamayı seviyorum.
- I love living with you.
It is also pertinent to note that the current obvious decline in work on holarctic hepatics most surely reflects a current obsession with cataloging and with nomenclature of the organisms—as divorced from their study as living entities.
What do you do for a living?.
He almost beat the living daylights out of me.
... it was, led to growth rates of income, of growth changes in standards of living of perhaps ...