çok(mek)

listen to the pronunciation of çok(mek)
التركية - الإنجليزية

تعريف çok(mek) في التركية الإنجليزية القاموس.

çok yönlü
versatile

Tom is a versatile kid. - Tom çok yönlü bir çocuk.

Tom is quite versatile, isn't he? - Tom oldukça çok yönlü, değil mi?

çok
much

If you eat too much you will become fat. - Çok fazla yersen şişmanlarsın.

John is not as old as Bill; he is much younger. - John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.

çok önemli
(Hukuk) crucial

Mental strength is crucial for success in any sports. - Zihinsel güç herhangi bir sporda başarı için çok önemlidir.

It's crucial for my girlfriend to be a hugger. - Kız arkadaşımın kucaklamayı seven biri olması çok önemli.

çok fazla
too much

It is dangerous to drink too much. - Çok fazla içmek tehlikelidir.

Too much drinking will make you sick. - Çok fazla içmek seni hasta edecek.

çok korkutmak
terrify
çok önemli
vital

It's absolutely vital that we get to Tom Jackson's office by 2:30. - 2.30'a kadar Tom Jackson'ın ofisine gitmemiz kesinlikle çok önemlidir.

Your help is vital to the success of our plan. - Senin yardımın planımızın başarısı için çok önemlidir.

çok
many

There were too many people at the concert. - Konserde çok fazla kişi vardı.

He has many enemies in the political world. - Politik dünyada pek çok düşmanı var.

çok
very

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

These are very old books. - Bunlar çok eski kitaplar.

çok komik
very funny

That comedian is very funny. - O komedyen çok komik.

I think that was very funny. - Sanırım o çok komikti.

pek çok
very much

We didn't talk very much. - Biz pek çok konuşmadık.

en çok
most

Windows is the most used operating system in the world. - Dünyada en çok kullanılan işletim sistemi Windows'tur.

Where was I when I needed myself most? - Kendime en çok ihtiyacım olduğunda neredeydim?

az çok
more or less

Tom was able to live a more or less normal life after the operation. - Tom operasyondan sonra az çok normal bir hayat yaşayabildi.

She's more or less my age. - O az çok benim yaşımda.

çok istemek
crave
çok
fair

Tom has a very fair complexion and burns easily in the sun. - Tom'un çok açık bir teni var ve güneşte kolayca yanar.

I can read Chinese fairly well, but I can't write it very well. - Ben Çince'yi oldukça iyi okuyabilirim ama çok iyi yazamam.

çok
good

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

It's good now; neither too heavy nor too light. - O şimdi iyi; ne çok ağır ne de çok hafif.

çok çirkin
outrageous

What Tom said was outrageous. - Tom'un söylediği çok çirkindi.

çok istenen şey
prize
çok miktar
muckle
çok soğuk
freezing

It's freezing out here. - Burada dışarısı çok soğuk.

It's freezing in here. - Burada hava çok soğuk.

çok yaşa
bless you!
çok
affluent
çok
ample
çok
a lot

What a lot of books he has! - Onun ne de çok kitabı var!

Japan consumes a lot of paper. - Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.

çok
abundant

Very large windows assure abundant natural daylight. - Çok büyük pencereler bol doğal gün ışığı sağlar.

Oil is abundant in that country. - Şu ülkede petrol çoktur.

çok
plenty

As a new father, I gave my first child plenty of books. - Yeni bir baba olarak, ben ilk çocuğuma pek çok kitap verdim.

Tom had plenty of chances to apologize, but he didn't. - Tom'un özür dilemek için çok fırsatı vardı, ama bunu yapmadı.

çok
abounding
çok
helluva
çok
so much

He hurt his arm lifting so much weight. - Çok fazla ağırlık kaldırırken kolunu incitti.

I had no idea that Tom knew so much about zebras. - Tom'un zebralarla ilgili çok şey bildiğine dair bir fikrim yoktu.

çok
lots of

Listening to music is lots of fun. - Müzik dinlemek çok eğlenceli.

The game excited lots of people. - Oyun çok sayıda insanı heyecanlandırdı.

çok
countless

Countless lives have been lost. - Pek çok hayat kayboldu.

He spent countless hours preparing for the test. - Teste hazırlanmak için çok saatler harcadı.

çok
numerous

When I went into his room, he showed me the numerous trophies he had won during the twenty years he had played golf. - Onun odasına girdiğimde, golf oynadığı yirmi yıl süresince kazandığı çok sayıda kupayı bana gösterdi.

There are numerous reasons to be hopeful. - Umutlu olmak için çok sayıda sebep var.

çok
piping
çok
dead

God is dead. And I don't feel so good either. - Tanrı öldü ve ben de çok iyi hissetmiyorum.

Tom didn't know that Mary was already dead. - Tom Mary'nin çoktan öldüğünü bilmiyordu.

çok
hearty
çok
exuberant

I was very exuberant. - Ben çok hayat doluydum.

çok
plenteous
çok
lavish

Tom lives a very lavish lifestyle. - Tom çok savurgan bir yaşam tarzı sürdürüyor.

çok az
slightly

Tom sounded slightly jealous. - Tom çok az kıskanç görünüyordu.

You may be right, but we have a slightly different opinion. - Haklı olabilirsin, ama bizim çok az farklı bir görüşümüz var.

çok büyük sayıda
myriad
çok daha fazla
much more
çok dikkatli
meticulous
çok dil bilen
multilingual
çok etkili şey
blockbuster
çok geçmeden
before long

He came to repent before long. - O, çok geçmeden tövbe etti.

I hope the bus will come before long. - Umarım otobüs çok geçmeden gelir.

çok hücreli
multicellular
çok ince kumaş
zephyr
çok istemek
aspire
çok istemek
covet
çok kötü
(Gıda) very bad

Tom has a very bad reputation around town. - Tom şehrin civarında çok kötü bir üne sahiptir.

Telling lies is a very bad habit. - Yalan söylemek çok kötü bir alışkanlıktır.

çok kötü
terrible

I think something terrible has happened to Tom. - Sanırım Tom'a çok kötü bir şey oldu.

I am in a terrible dilemma. - Çok kötü bir ikilemdeyim.

çok kötü durumda
at a low ebb
çok yaşa
God bless you
çok yaşa
viva
çok yönlü
well-rounded

Tom is a well-rounded individual. - Tom çok yönlü bir birey.

Tom is a well-rounded person. - Tom çok yönlü bir kişi.

çok yıllık
perennial
çok zayıf
skinny

Why are you so skinny? - Neden bu kadar çok zayıfsın?

çok çalıştırmak
overwork
çok ısınmak
overheat
çok
lot

I'm feeling a lot better. - Çok daha iyi hissediyorum.

What a lot of books he has! - Onun ne de çok kitabı var!

çok
heavy

The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper. - Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.

It's good now; neither too heavy nor too light. - O şimdi iyi; ne çok ağır ne de çok hafif.

çok
like hell
çok
deadly

Layla was a very deadly woman. - Leyla çok ölümcül bir kadındı.

çok
bloody
çok
plentiful

A buyers' market is a market in which goods are plentiful, buyers have a wide range of choices, and prices are low. - Bir alıcı piyasası malların bol olduğu, alıcıların çok çeşitli seçimlere sahip olduğu, ve fiyatların düşük olduğu bir piyasadır.

çok
innumerable
çok giyilmiş
worn
çok güzel kız
peach
çok
hell of
çok
big

This park is pretty big; it has a lot of trees and many flowers. - Park oldukça büyüktür; Çok sayıda ağaçları ve çok sayıda çiçekleri vardır.

Those shadows appeared in a way like giant dinosaurs, with a long neck and a very big jaw without teeth. - Bir bakıma uzun boyunlu ve dişsiz çok büyük çenesi olan dev dinozorlar gibi şu görüntüler ortaya çıktı.

çok
badly

I am very much surprised to hear that he got badly injured in a motorcar accident. - Ben onun bir otomobil kazasında kötü yaralandığını duyunca çok şaşırdım.

It would be unfair if we treated him so badly. - Biz ona çok kötü davranırsak, haksızlık olur.

çok
jelly

Tom ate too many jelly donuts. - Tom çok sayıda jöleli börek yedi.

I like grape jelly best. - En çok üzüm jölesinden hoşlanırım.

çok
(Denizbilim) multy
çok
a raft of
çok
multiple

Tom gave Mary some advice on how to pass multiple-choice tests. - Tom Mary'ye çoktan seçmeli testleri nasıl geçeği konusunda biraz tavsiye verdi.

Tom claimed that his father had raped him on multiple occasions. - Tom babasının birden çok kez ona tecavüz ettiğini iddia etti.

çok
profoundly
çok
round

He works hard all the year round. - Bütün yıl çok sıkı çalışır.

It is very cold here all the year round. - Bütün yıl boyunca burada hava çok soğuk.

çok
sore

If you eat too much of this food, you may get a sore throat. - Bu yiyeceği çok fazla yersen boğazın ağlayabilir.

I have a sore throat because of too much smoking. - Çok fazla sigara içtiğim için boğazım ağrıyor.

çok
manifold
çok
uncommonly
çok
bounteous
çok
so
çok
by far

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha fazla ilginç.

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha ilginç.

çok
numerously
çok
in earnest

It began to rain in earnest. - Çok yağmur yağmaya başladı.

çok
killing
çok
long

This survey is too long to finish quickly. - Bu araştırma hızlı bir şekilde bitiremeyecek kadar çok uzun.

He began by saying that he would not speak very long. - O, çok uzun konuşmayacağını söyleyerek başladı.

çok
a good deal

She spent a good deal of money on her vacation. - O, tatiline çok para harcadı.

He looks a good deal better today. - O, bugün çok daha iyi görünüyor.

çok
extensive

The damage is too extensive. - Zarar çok geniş çaplıdır.

çok
a great many

There were a great many boys and girls in the park. - Parkta çok sayıda erkek ve kız vardı.

There are a great many forest fires in America. - Amerika'da pek çok orman yangını var.

çok
extreme

We rejected Tom's suggestion as too extreme. - Biz Tom'un önerisini çok aşırı olarak reddettik.

His ideas are too extreme for me. - Onun fikirleri benim için çok aşırı.

çok
whaling
çok
exceedingly
çok
high

Although the pressure of studying at the University of Cambridge is very high, many students still have time to go out and have fun. - Cambridge Üniversitesi'nde öğrenim zorluğu çok yüksek olmasına rağmen, çok sayıda öğrencinin hâlâ dışarı çıkmak ve eğlenmek için zamanı var.

The price of this car is very high. - Bu arabanın fiyatı çok yüksek.

çok
a great number of

A great number of students battled for freedom of speech. - Çok sayıda öğrenci konuşma özgürlüğü için savaştı.

There are a great number of schools in this city. - Bu şehirde çok sayıda okul vardır.

çok
myriad

There are a myriad of meats at the deli on the corner of Fifth and Harvey Street. - Beşinci Cadde ve Harvey Caddesinin köşesindeki şarküteride çok et vardır.

çok
teem
çok
far

Jon is far more attractive than Tom. - Jon, Tom'dan çok daha çekicidir.

He went so far as to call me a liar. - O, bana bir yalan söyleyecek kadar çok ileri gitti.

çok
extremely

Tom is extremely sophisticated. - Ton son derece çok bilmiş.

You seem to be extremely lazy. - Çok tembel görünüyorsun.

çok
several

Mary has received several prizes for her poetry. - Mary şiiri için çok sayıda ödül aldı.

The multinational corporation lowered the price of several products. - Çok uluslu ticaret şirketleri çok sayıda ürünün fiyatını düşürdü.

çok
hard

Praise stimulates students to work hard. - Övgü öğrencileri çok çalışmaya teşvik eder.

It's too hard for me. - Bu benim için çok zordu.

çok
a world of

A good night's sleep will do you a world of good. - İyi bir gece uykusu sana çok iyi gelecek.

çok
darned
çok
substantially
çok
(Argo) heaps
çok
infinitely

I have much studied both cats and philosophers. The wisdom of cats is infinitely superior. - Hem kedileri hem de filozofları çok inceledim. Kedilerin bilgeliği son derece üstündür.

Life would be infinitely happier if we could only be born at the age of eighty and gradually approach eighteen. - Sadece seksen yaşında doğabilseydik ve yavaş yavaş on sekiz yaşına varabilseydik, yaşamımız çok daha mutlu olurdu.

çok
uprising

The uprising was brutally suppressed. - İsyan çok sert bir biçimde bastırıldı.

çok
abysmal
çok
dearly

Tom loved his mother dearly. - Tom annesini çok sevdi.

çok
unduly
çok
horrible

This medicine tastes horrible. - Bu ilaç çok kötü tadıyor.

I hate Sunday! It's a horrible day! - Pazar gününden nefret ediyorum! Çok kötü bir gün!

çok
along with a lot
çok
thick on the ground
çok
tremendously

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla acıyor.

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla ağrıyor.

çok
multi-

The multi-talented kid speaks 5 languages and plays 6 musical instruments. - Çok yetenekli çocuk 5 dil konuşuyor ve 6 müzik aleti çalıyor.

New York is a multi-racial city. - New York çok ırklı bir şehirdir.

çok
eminently
çok
most

Mumbai is the most populous city in India and the second most populous city in the world. - Bombay, Hindistan'ın en çok nüfusa sahip şehridir ve dünyadaki ikinci en çok nüfusa sahip şehirdir.

Windows is the most used operating system in the world. - Dünyada en çok kullanılan işletim sistemi Windows'tur.

çok
right

Tom has as much right to be here as Mary does. - Tom'un Mary'nin olduğu kadar çok burada olma hakkı var.

Tom doesn't feel much like talking right now. - Tom'un şu anda konuşmayı canı çok istemiyor.

çok
per-
çok dar (giysi)
skintight
çok derin deniz
abyssal
çok düzenli
precisely
çok düzenli
smoothly
çok düzenli
like clockwork
çok düzenli bir şekilde
in apple-pie order
çok geç
too late

It's too late to shut the barn door after the horse is stolen. - At çalındıktan sonra ahırın kapısını kapatmak için çok geç.

The order came too late. - Sipariş çok geç geldi.

çok geç
at all hours
çok geç olmadan
before it's too late
çok güvenilir
as good as gold
çok güvenmek
swear by
çok güzel
magical

This fantasy book is a succession of really flashy magical spells and that makes it boring instead. - Bu fantezi kitap gösterişli çok güzel büyülerin bir birbirini izlemesidir ve onun yerine bu onu sıkıcı yapar.

çok güzel
(Argo) cool

It would be so cool if I could speak ten languages! - On dil konuşabilsem, çok güzel olur!

This website is so cool. - Bu web sitesi çok güzel.

çok güzel
inspired
çok güzel
scrumptious
çok güzel
spiffing
çok güzel
fabulous
çok güzel
how about that?
çok güzel
divine
çok güzel
ethel
çok güzel
(Argo) going off
çok güzel
super
çok güzel
that's great
çok güzel
slashing
çok güzel
adorable

She is an adorable woman. - O çok güzel bir kadın.

Tom and Mary's kids looked adorable. - Tom ve Mary'nin çocukları çok güzel görünüyorlardı.

çok güzel
fine as a fiddle
çok güzel
very good

It didn't taste very good. - Tadı çok güzel değildi.

Very good! You did an excellent job. - Çok güzel!Çok başarılı bir iş çıkardın.

çok güzel
very beautiful

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

Seen from the sky, the island was very beautiful. - Gökyüzünden görüldüğünde,ada çok güzeldi.

çok güzel
peachy
çok güzel
admirable
çok güzel
spiffy
çok güzel
(Konuşma Dili) a heaven on earth
çok güzel
terrific
çok güçlü
steel
çok güçlü
concentrated
çok güçlü
high-powered
çok güçlü
concerted

Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak. - Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.

çok güçlü
high-power
çok güçlü
all powerful
çok hafif (sesle)
(Muzik) pianissimo
çok ilginç
how about that?
çok ilginç
fascinating

This is a fascinating article. - Bu çok ilginç bir makale.

çok iğneli olta takımı
otter
çok korkunç
monstrous
çok kötü
bad

It would be unfair if we treated him so badly. - Biz ona çok kötü davranırsak, haksızlık olur.

She may well refuse to speak to you because she's in a very bad mood. - O seninle konuşmayı reddedebilir çünkü o çok kötü bir ruh hali içinde.

çok kötü
diabolical
çok kötü
atrocious
çok kötü
execrable
çok kötü
how about that?
çok kötü
unmentionable
çok kötü
miserable

The weather was miserable yesterday. - Hava dün çok kötüydü.

The experiment resulted in a miserable failure. - Deney çok kötü bir başarısızlıkla sonuçlandı.

çok kötü
egregious
çok kötü
unspeakable
çok kötü
vicious
çok kötü
abominable
çok kötü
evil

Some people are evil. - Bazı insanlar çok kötüdür.

There is much evil in the world. - Dünyada çok kötülük var.

çok kötü
ghastly
çok kötü
criminal
çok kötü
deplorable

The road is in a deplorable state. - Yol çok kötü durumda.

çok kötü
sad
çok kötü
awfully
çok kötü
wretched
çok kötü
nefarious
çok kötü
abysmal
çok küçük
fractional
çok küçük
diminutive
çok küçük
(Tıp) nano-
çok küçük
smallest

Moncalvo is the smallest Italian city. - Moncalvo çok küçük bir İtalyan şehridir.

çok küçük
tiny
çok küçük
x-small
çok küçük
wee
çok sayıda tür
(Bilgisayar) multiple types
çok soğuk (mevsim/hava)
hard
çok taraflı
(Hukuk) multilateral
çok uzun süre
aeon
çok yük
(Bilgisayar) high load
çok yüksek
(Askeri) very high

The price of this camera is very high. - Bu kameranın fiyatı çok yüksektir.

The kangaroo jumps very high. - Kangurular çok yüksek sıçrarlar.

çok yüksek
(Ticaret) exorbitant
çok zaman önce
a long time ago
çok çekici
tempting

I have to admit it's very tempting. - Onun çok çekici olduğunu kabul etmeliyim.

çok çirkin
hideous
çok önce
long before
çok önem taşımak
be of capital importance
çok önemli
fateful
çok önemli
critical
çok önemli
a matter of life and death
çok önemli
a matter of life or death
çok önemli
red-letter
çok önemli
considerable
çok önemli
sacrosanct
çok önemli
big deal

I thought this wasn't a big deal. - Bunun çok önemli olmadığını düşündüm.

It's a very big deal. - Bu çok önemli bir konu.

çok önemli
all-important
çok özür dilerim
i'm so sorry
çok üzgün
sick at heart
çok üzücü
heartbreaking
çok üzücü ve acıklı
tragic
çok üzülmek
deplore
çok-boyutlu
(Bilgisayar) multidimensional
çok
more

We eat more processed food than natural food. - Doğal gıdalardan çok işlenmiş gıdalar yiyoruz.

I like coffee much more than tea. - Kahveyi çaydan daha çok seviyorum.

çok sevinme
joy
çok daha
a great deal
çok sayı
dozen

Tom gave me a dozen cookies in a plastic bag. - Tom bana plastik bir torba içinde çok sayıda kurabiye verdi.

I have a dozen reports to read. - Okuyacak çok sayıda raporum var.

التركية - التركية

تعريف çok(mek) في التركية التركية القاموس.

çok
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı: "Bana matematik çok kolay geldi."- F. R. Atay
çok çok
En çok, en son, olsa olsa
الإنجليزية - التركية

تعريف çok(mek) في الإنجليزية التركية القاموس.

çok programlı lise
Multi-programme high school