active; lively; vigorous; said esp

listen to the pronunciation of active; lively; vigorous; said esp
İngilizce - Türkçe

active; lively; vigorous; said esp teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

living
{s} canlı

Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir. - Most living creatures in the sea are affected by pollution.

O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da. - It's a living being, so of course it shits.

living
living wage geçindirebilecek maaş
living
yaşayarak

Ben Berlin'de bir Alman aile ile yaşayarak bir hafta geçirdim. - I spent a week in Berlin living with a German family.

Tom yıllarını Boston sokaklarda yaşayarak geçirdi. - Tom spent years living on the streets of Boston.

living
dirimli
living
(Ticaret) maişet
living
yaşayan

Yaşayan hiçbir şey havasız yaşayamazdı. - No living thing could live without air.

Yaşayanların sayısı ölülerinkinden daha azdı. - The number of the living was smaller than that of the dead.

living
geçinme

O kamptaki mülteciler bir aydır kıt kanaat geçinmektedirler. - The refugees in that camp have been living from hand to mouth for a month.

Tom'un geçinmek için ne yaptığını biliyor musun? - Do you know what Tom does for a living?

living
sağ

Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir. - Tom drives a truck for a living.

Tom geçimini neyle sağlar? - What does Tom do for a living?

living
{s} yaşayanlara özgü
living
tıpkı
living
{i} hayat

Ölüm yaşamın zıttı değildir: biz ölümümüzü ölürken geçirmezken hayatımızı yaşarken geçiririz. - Dying is not the opposite of living: we spend our life living while we don't spend our death dying.

Ben bu tür bir hayatı yaşamaktan usandım. - I'm tired of living this kind of life.

living
kuvvetli
living
{i} yaşam

Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum. - I like living with you.

Sizinle yaşamayı seviyorum. - I love living with you.

living
{i} geçim yolu
living
{i} geçim

Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir. - Tom drives a truck for a living.

Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor. - He makes a living as a salesman.

living
{i} yaşam tarzı

Yeni yaşam tarzına alıştı. - He got accustomed to the new way of living.

Büyükannem yaşam tarzını hiçbir zaman değiştirmedi. - My grandmother never changed her style of living.

living
{s} güncel
living
canlandırıcı
İngilizce - İngilizce
living