There is a possibility that we won't have to shut down the factory.
- Fabrikayı kapatmak zorunda olmayacağımıza dair bir olasılık var.
There's a possibility that the man was murdered.
- Adamın öldürüldüğüne dair bir olasılık var.
In all probability, we'll arrive before them.
- Büyük olasılıkla, onlardan önce varacağız.
In all probability, we'll arrive before they do.
- Büyük olasılıkla, onlar varmadan önce varırız.
There is neither contingency nor free will.
- Ne olasılık ne de özgür irade var.
This book sees the protagonist conquer insurmountable odds and save the day.
- Bu kitap kahramanın aşılmaz olasılıkları fethettiğini görür ve günü kurtarır.
Those are pretty bad odds.
- Onlar oldukça kötü olasılıklar.
Plausibility changes with different circumstances.
- Olasılık farklı koşullarla değişir.
There's a good chance that he'll come.
- Büyük olasılıkla gelecek.
I want to minimize the chances of another accident.
- Başka kaza olasılıklarını en aza indirgemek istiyorum.
Both we and the Soviets face the common threat of nuclear destruction and there is no likelihood that either capitalism or communism will survive a nuclear war.
- Biz ve sovyetler nükleer yıkımın alışılmış tehditiyle yüz yüzeyiz ve hem kapitalizmin hem komunizmin nükleer bir savaşla mücadele etmesi olasılık dışı.
In all likelihood, they'll be away for a week.
- Büyük olasılıkla, bir hafta uzak kalacaklar.
In all probability, we'll arrive before they do.
- Büyük olasılıkla, onlar varmadan önce varırız.
Tom is probably lost.
- Tom büyük olasılıkla kayboldu.
It is probable that her first album will sell well.
- Onun ilk albümünün iyi satacağı olasıdır.
It's possible, but not probable.
- Bu mümkün, ama olası değildir.
Germany faced possible starvation.
- Almanya olası bir açlıkla yüz yüze kaldı.
It's possible, but not probable.
- Bu mümkün, ama olası değildir.
I know the potential consequences.
- Ben olası sonuçları biliyorum.
Tom is a potential babysitter.
- Tom olası bir bebek bakıcısıdır.
Tom didn't think it was likely that Mary was still at home.
- Tom Mary'nin hâlâ evde olduğunun olası olduğunu düşünmüyordu.
Tom asked Mary who she thought would be the most likely to win the race.
- Tom Mary'ye büyük olasılıkla yarışı kimin kazanacağını düşündüğünü sordu.
Is it scientifically plausible?
- Bilimsel olarak olası mı?
I've considered all of those possibilities.
- Tüm bu olasılıkları düşündüm.
Your future is full of possibilities.
- Geleceğin olasılıklarla dolu.
The company invited their prospective customers to the party.
- Şirket, olası müşterilerini partiye davet etti.
Tom asked Mary who she thought would be the most likely to win the race.
- Tom Mary'ye büyük olasılıkla yarışı kimin kazanacağını düşündüğünü sordu.
Are we likely to arrive in time?
- Zamanında varma olasılığımız var mı?
Experts have offered three possible explanations.
- Uzmanlar üç olası açıklama teklif etti.
Life offers us millions of possibilities.
- Binlerce olasılık bizi yeni bir hayata davet ediyor.