the benefice of a clergyman; an ecclesiastical charge which a minister receives

listen to the pronunciation of the benefice of a clergyman; an ecclesiastical charge which a minister receives
Английский Язык - Турецкий язык

Определение the benefice of a clergyman; an ecclesiastical charge which a minister receives в Английский Язык Турецкий язык словарь

living
{s} canlı

İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak. - So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.

Ben hiçbir canlıyı küçümsemiyorum. Tabii ki ben Allah değilim. Ben de kulum; hatalarım olmuştur, yalanlamıyorum. - I don't look down upon any living being. Needless to say, I'm no God. I'm a human being myself; I may have made mistakes, I do admit.

living
living wage geçindirebilecek maaş
living
yaşayarak

Yaşamımın geri kalanını Tom'la yaşayarak harcayamam. - I can't spend the rest of my life living with Tom.

Ben Berlin'de bir Alman aile ile yaşayarak bir hafta geçirdim. - I spent a week in Berlin living with a German family.

living
dirimli
living
(Ticaret) maişet
living
yaşayan

Yaşayanların sayısı ölülerinkinden daha azdı. - The number of the living was smaller than that of the dead.

Londra'da yaşayan bir arkadaşım var. - I have a friend living in London.

living
geçinme

Tom bir sokak müzisyeni olarak geçinmeyi zor buldu. - Tom found it hard to make a living as a street musician.

Onlar geçinmeyi zor buldu. - They found it difficult to earn a living.

living
sağ

Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir. - Tom drives a truck for a living.

Tom geçimini neyle sağlar? - What does Tom do for a living?

living
{s} yaşayanlara özgü
living
tıpkı
living
{i} hayat

Hayatını İngilizce öğreterek kazanıyor. - He earns his living by teaching English.

Tom hayatı yaşamaya değmezmiş gibi düşünüyor. - Tom started to feel like his life wasn't worth living.

living
kuvvetli
living
{i} yaşam

Yalnız yaşamaya alışkın. - She is used to living alone.

Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi. - I think that our living together has influenced your habits.

living
{i} geçim yolu
living
{i} geçim

Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir. - Tom drives a truck for a living.

Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı. - The poor girl made a living by selling flowers.

living
{i} yaşam tarzı

Sizinle yaşamamın yaşam tarzınızı etkilediğini düşünüyorum. - I think my living with you has influenced your way of living.

Ben laik bir yaşam tarzı yaşıyorum. - I'm living a secular lifestyle.

living
{s} güncel
living
canlandırıcı
Английский Язык - Английский Язык
living
the benefice of a clergyman; an ecclesiastical charge which a minister receives

    Расстановка переносов

    the ben·e·fice of a clergyman; an ec·cle·si·as·ti·cal charge which a min·is·ter receives

    Произношение

Избранное