Şehir harabeye dönmüştü.
- The city was in ruins.
Binlerce bina harabelerde yatıyordu.
- One thousand buildings lay in ruins.
Onun gününü mahvetmek istemediğim için Tom'a ondan bahsetmedim.
- I didn't tell Tom about it because I didn't want to ruin his day.
Neden o cadıya merhaba dedin? Ben kaderimi mahvetmek istemiyorum.
- Why did you say hello to that shrew? I don't want to ruin my karma.
Sana daha önce söylerdim ama akşam yemeğini bozmak istemedim.
- I would've told you earlier, but I didn't want to ruin dinner.
Tom'un tatilini bozmak istemiyorum.
- I don't want to ruin Tom's holiday.
Anı berbat etmek zorundaydın, değil mi?
- You had to ruin the moment, didn't you?
Tom onu çok sıcak olan suda yıkayarak en sevdiği gömleğini mahvetti.
- Tom ruined his favorite shirt by washing it in water that was too hot.
O insanlar hükümetlerini yıktılar ama onu tekrar nasıl inşa edeceklerini bilmiyorlar.
- Those people ruin their government, but they don't know how to build it again.
Başka herkes için onu mahvedenler sizin gibi insanlar.
- It's people like you who are ruining it for everyone else.
Uzaktaki antik kalıntıları görebilirsiniz.
- You can see the ancient ruins in the distance.
Kalıntılar görülmeye değerler.
- The ruins are worth visiting.
Ülkemizi tahrip edenler senin gibi insanlar.
- It's people like you who are ruining our country.
O beni mali yıkıma götürdü.
- He led me to financial ruin.
Tembellik yıkıma yol açar.
- Idleness leads to ruin.
Onun işinin iflasın eşiğinde olduğunu duyuyorum.
- I hear his business is on the verge of ruin.
In one way, indeed, he bade fair to ruin us; for he kept on staying week after week, and at last month after month, so that all the money had been long exhausted.
The monastery has fallen into ruin.
My car breaking down just as I was on the road ruined my vacation.
He ruined his new white slacks by accidentally spilling oil on them.