That couple gets soused nearly every night.
- O çift neredeyse her gece içer.
I was nearly run over by a car.
- Neredeyse araba beni ezecekti.
I was almost crying for Kylie Minogue.
- Kylie Minogue için neredeyse ağlıyordum.
The founder of Facebook, Mark Zuckerberg, is almost a casanova.
- Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg neredeyse bir kazanova.
Tom swims practically every day.
- Tom neredeyse her gün yüzer.
Religion is very personal. Practically everyone has really his own religion. Collectivity in religion is an artifice.
- Din çok bireyseldir. Neredeyse herkesin gerçekten kendi dini vardır. Dindeki bütünlük bir kurnazlıktır.
We had next to nothing in the kitchen.
- Mutfakta neredeyse hiçbir şeyimiz yoktu.
She bought the book for next to nothing.
- Kitabı neredeyse bedava aldı.
The main streets of many small towns have been all but abandoned thanks, in large part, to behemoths like Wal-Mart.
- Birçok küçük kasabaların ana yolları büyük ölçüde Wal-Mart gibi büyük devlerin sayesinde neredeyse bırakılmaktadırlar.
The painting is all but finished.
- Resim neredeyse bitti.
The battle was virtually over.
- Savaş neredeyse bitti.
Compared to our house, his is virtually a palace.
- Bizim evimizle karşılaştırıldığında, onunki neredeyse bir saray.
My friends will be here at any moment.
- Arkadaşlarım neredeyse burada olacak.
This room is just about big enough.
- Bu oda neredeyse yeterince büyük.
We're just about finished here.
- Burada işimiz neredeyse bitmek üzere.
The police have been searching for the stolen goods for almost a month.
- Polis, neredeyse bir aydır çalınan eşyaları arıyor.
Almost everybody appreciates good food.
- Neredeyse herkes iyi yemeği takdir ediyor.
The problem is as good as settled.
- Sorun neredeyse çözüldü.
My work is as good as done.
- İşim neredeyse bitti.
I scarcely slept a wink.
- Neredeyse gözümü bile kırpmadım.
We scarcely had time for lunch.
- Öğle yemeği için neredeyse zamanımız yoktu.
Tom couldn't find Mary even though he said he looked just about everywhere.
- Tom neredeyse her yere baktığını söylese bile Mary'yi bulamadı.
We're just about finished here.
- Burada işimiz neredeyse bitmek üzere.
Tom has next to nothing in his wallet.
- Tom'un cüzdanında neredeyse bir şey yok.
The twins look so much alike it's next to impossible to distinguish one from the other.
- İkizler o kadar benziyorlar ki birini diğerinden ayırt etmek neredeyse imkansız.
It's almost half past eleven.
- Saat neredeyse yedi buçuktur.
Tom was half beaten to death.
- Tom neredeyse ölümüne dövüldü.
I pretty much finished reading the novel.
- Romanı okumayı neredeyse bitirdim.
She ignored him pretty much all day.
- Neredeyse bütün gün onu görmezden geldi.
I've been up almost all night.
- Neredeyse bütün gece ayaktaydım.
I was up almost all night.
- Neredeyse bütün gece ayaktaydım.
Tom can eat just about anything but peanuts.
- Tom fıstığın haricinde neredeyse her şeyi yiyebiliyor.
However, his girlfriend is selfish and hardly worries about Brian.
- Ancak, onun kız arkadaşı bencil ve neredeyse Brian hakkında hiç endişelenmez.
Tom is at home almost every evening.
- Tom neredeyse her akşam evdedir.
I barely even remember Tom.
- Neredeyse Tom'u hatırlamıyorum.
I came near to being drowned.
- Neredeyse boğuluyordum.
I was nearly run over by a car.
- Neredeyse araba beni ezecekti.
Tom actually hardly ever studies.
- Tom aslında neredeyse hiç çalışmıyor.
I have hardly any money with me.
- Yanımda neredeyse hiç param yok.
They have scarcely gone out since the baby was born.
- Bebek doğduğundan beri neredeyse hiç dışarı çıkmadım.
I can scarcely believe it.
- Ben ona neredeyse hiç inanamıyorum.
I have hardly any English books.
- Neredeyse hiç İngilizce kitabım yok.
There's hardly any coffee left in the pot.
- Demlikte neredeyse hiç kahve yok.