Aslında anlatmaya çalıştığım şey sadece buydu.
- Eigentlich war es nur das, was ich dir mitzuteilen versuchte.
Aslında onu biliyorum.
- Eigentlich weiß ich das.
Bilgisayarlar gerçekten edebi eserleri çevirebilir mi?
- Can computers actually translate literary works?
Tom Mary için çalışmayı gerçekten sevdiğini anladı.
- Tom found that he actually liked working for Mary.
Tom'un söylediği gerçekten doğru.
- What Tom said is actually true.
Seninle benim aramdaki fark benim aslında doğru olanı yapmaya çalışmakla ilgileniyorum olmam.
- The difference between you and me is that I'm actually interested in trying to do what is right.
Dünyanın çevresinin iyiliği için söylüyorum, ama aslında o Dünya üzerinde yaşayan insanların iyiliği için.
- I'm saying For the sake of Earth's environment, but actually it's For the sake of the people living on Earth.
Ve aslında bu projenin herkese ihtiyacı var.
- And actually, this project needs everyone.
Birçok insan tembeldir. Aslına bakılırsa ben de tembelim.
- A lot of people are lazy. Actually, I'm lazy too.
Ben aslına bakılırsa asla burada daha önce olmadım.
- I've never actually been here before.
I... actually don't know that either, Dima admitted. Sometimes, this story really doesn't make any sense.
- Das... weiß ich eigentlich auch nicht, gab Dima zu. Manchmal ergibt diese Geschichte wirklich keinen Sinn.
The advantage of freelancing is that you can divide your time freely. The disadvantage is that you actually have to work around the clock.
- Der Vorteil an Freiberuflichkeit ist, dass man sich seine Arbeitszeit frei einteilen kann. Der Nachteil ist, dass man eigentlich rund um die Uhr arbeiten muss.