Polis ona orada park etmesi için izin verdi.
- Der Polizist erlaubte ihm, dort zu parken.
Dolap kapağını sola doğru açın , şişeler oradadır.
- Mach den Schrank auf der linken Seite auf, dort sind die Flaschen.
Sanırım oradaki kızı tanıyorum.
- Ich glaube, ich kenne das Mädchen dort.
Oraya zamanında varmak için bir taksiye bindim.
- Ich nahm ein Taxi, um rechtzeitig dorthin zu kommen.
Tom oraya yalnız gitmek zorunda kaldı.
- Tom musste allein dorthin.
Oraya nasıl gideceğimi söyleyebilir misin?
- Could you tell me how to get there?
Yumi oraya kendi gitti.
- Yumi went there by herself.
Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
- Can you see anything at all there?
O, kahvaltısını sık sık orada yer.
- He often eats breakfast there.
Şurada duran adam kim?
- Who's that man standing over there?
Şurada kitap okuyan adam benim babam.
- The man reading a book over there is my father.
O yerde birçok insan kalıntısı vardı.
- There were a lot of human remains in that place.
Masanın üzerinde bir kedi var.
- There's a cat on the table.
Teoride, teori ve pratik arasında hiçbir fark yoktur. Fakat pratikte, var.
- In theory, there is no difference between theory and practice. But, in practice, there is.
O konuda hiç şüphe yok.
- There's no mistaking about that.
O konuda Tom'un yapabileceği hiçbir şey yok.
- There's nothing that Tom can do about that.
Oradaki erkek çocuk Tom'un erkek kardeşi olmalı.
- That boy over there will be Tom's brother.
Biz oradaki masada oturabilir miyiz?
- Can we sit at the table over there?
Her işte bir hayır vardır!
- There is a silver lining to every dark cloud!
İşten sonra bir parti var.
- There's a party after work.
Oralarda bir yerde bir çay molası verelim.
- Let's have a tea break somewhere around there.
Oralarda bir yerde bir zımba göremiyor musun?
- Can't you see a stapler somewhere around there?
Orada birini gördün mü?
- Did you see anybody there?
Oh, buyur bakalım. Gördün mü? Tam olacağını söylediğim gibi oldu. Şimdi git ambulans çağır.
- Oh, there you go. See? It happened exactly like I said it would. Now go call the ambulance.
En az elli bin kişi orayı ziyaret etti.
- No fewer than fifty thousand people visited there.
Unzen dağı öylesine güzel bir yer ki birçok insan orayı ziyaret eder.
- Mt. Unzen is such a nice place that many people visit there.
I'm going to sit on the bench over there next to the street lamp.
- Ich werde mich auf die Bank dort drüben neben der Straßenlaterne setzen.
Are you just going to stand there all day?
- Wirst du dort den ganzen Tag stehen bleiben?
The boy standing over there is my son.
- Der Junge, der dort drüben steht, ist mein Sohn.
I'm going to sit on the bench over there next to the street lamp.
- Ich werde mich auf die Bank dort drüben neben der Straßenlaterne setzen.