Tom doesn't have to pay attention to what Mary says.
- Tom Mary'nin söylediklerine dikkat etmek zorunda değil.
He had gone there to help garbage workers strike peacefully for better pay and working conditions.
- Daha iyi maaş ve daha iyi çalışma koşulları için temizlik emekçileri grevine barış içinde yardım etmek için oraya gitmişti.
Tom's last name is hard to pronounce.
- Tom'un soyadını telaffuz etmek zor.
It is difficult for me to pronounce the word.
- Kelimeyi telaffuz etmek benim için zordur.
I assume Tom is here to help.
- Sanırım Tom yardım etmek için burada.
It is worthwhile visiting the museum.
- Müzeyi ziyaret etmek faydalıdır.
The U.S. exports billions of dollars' worth of passenger airplanes.
- Amerika Birleşik Devletleri milyarlarca dolar değerinde yolcu uçakları ihraç etmektedir.
It'll cost about 2,000 yen to fix it.
- Onu tamir etmek yaklaşık 2,000 yene mal olacaktır.
It cost a lot of money to repair the car.
- Arabayı tamir etmek çok paraya maloldu.
Tom managed to make time to visit Mary while he was in Boston.
- Tom Boston'da iken Mary'yi ziyaret etmek için zaman ayırmış olabilir.
The country is trying hard to make up for her trade deficit.
- Ülke, dış ticaret açığını telafi etmek için çok çabalıyor.
Bill and John like to get together once a month to chat.
- Bill ve John sohbet etmek için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.
I never get sick of dancing.
- Ben asla dans etmekten usanmam.
If we are to be there at six, we will have to start now.
- Biz altıda orada olacaksak, şimdi hareket etmek zorundayız.
If you flunk this exam, you'll have to repeat the course.
- Bu sınavda başarısız olursan, kursu tekrar etmek zorunda kalacaksın.
May I take a few days off to visit my family?
- Ailemi ziyaret etmek için birkaç gün izin alabilir miyim?
In some ways, I envy him; he knows exactly what he wants and he's not afraid to take it.
- Bir yandan da ona imreniyorum; tam olarak ne istediğini biliyor ve onu elde etmekten çekinmiyor.
The other colonies began sending troops to help.
- Diğer koloniler yardım etmek için asker göndermeye başladı.
You've tried so hard to put me to shame, haven't you?
- Beni rezil etmek için çok çabaladın, değil mi?
Taking a watch apart is easier than putting it together.
- Bir saati parçalara ayırmak onu monte etmekten daha kolaydır.
We had to agree to total confidentiality and sign a non-disclosure agreement.
- Toplam gizliliği kabul etmek ve bir gizlilik sözleşmesi imzalamak zorundaydık.
I didn't want to insult Tom.
- Tom'a hakaret etmek istemedim.
I didn't want to insult you.
- Sana hakaret etmek istemedim.
It takes a lot of courage to admit that you're wrong.
- Hatalı olduğunu itiraf etmek çok cesaret ister.
I have to admit I enjoyed it.
- Bunu beğendiğimi itiraf etmek zorundayım.
You're welcome to accompany us.
- Bize eşlik etmek için buyurun.
On New Year's Day many Japanese go to the shrine to worship.
- Yeni Yıl Günü birçok Japon ibadet etmek için türbeye giderler.
It might be better to address her as Doctor.
- Ona doktor olarak hitap etmek daha iyi olabilir.
I didn't want to annoy you.
- Seni rahatsız etmek istemedim.
Tom is doing that just to annoy Mary.
- Tom bunu sadece Mary'yi rahatsız etmek için yapıyor.
To err is human, but to persist in error is diabolical.
- Hata yapmak insana mahsustur ama hatada ısrar etmek şeytanidir.
You must educate your tongue to distinguish good coffee from bad.
- İyi kahveyi kötü kahveden ayırt etmek için dilini eğitmelisin.
The twins look so much alike it's next to impossible to distinguish one from the other.
- İkizler o kadar benziyorlar ki birini diğerinden ayırt etmek neredeyse imkansız.
She knows five languages, but when she wants to swear, she does so in her maternal language.
- Beş yabancı dil biliyor ama küfür etmek istediği zaman kendi ana dilinde konuşuyor.
Swearing relieves the pain.
- Küfür etmek ağrıyı hafifletir.
Tom's last name is hard to pronounce.
- Tom'un soyadını telaffuz etmek zor.
Some German words are extremely difficult to pronounce for an English speaker, for example: Streichholzschächtelchen.
- Bazı Almanca sözcükleri telaffuz etmek, İngilizce konuşan biri için son derece zordur örn. Streichholzschächtelchen
There is no denying that English is the most widely spoken language in the world.
- Dünyada İngilizce'nin en yaygın şekilde konuşulan dil olduğunu inkar etmek yok.
Denying a quality education to the children of working families is as wrong as denying health care or child care to working families.
- Çalışan ailelerin çocukları için kaliteli bir eğitimi inkar etmek çalışan aileler için sağlık hizmetlerini ya da çocuk bakımını inkar etmek kadar yanlıştır.
I have to examine you.
- Seni muayene etmek zorundayım.
Sami wanted to rape Layla.
- Sami, Leyla'ya tecavüz etmek istedi.
They want to rape our women.
- Kadınlarımıza tecavüz etmek istiyorlar.
I can't help it if girls want to flirt with me.
- Kızlar benimle flört etmek isterse elimde değil.
We have to operate urgently.
- Acilen ameliyat etmek zorundayız.
We have to operate urgently.
- Derhal ameliyat etmek zorundayız.
I don't mean to object to your proposal.
- Amacım önerine itiraz etmek değil.
The settlers are the most peaceful people in the world. They cross thousands of miles to occupy a land that doesn't belong to them and they never kill anyone if they're not a savage native.
- Göçmenler dünyadaki en huzurlu insanlardır. Onlara ait olmayan bir toprağı işgal etmek için binlerce mil geçerler ve eğer vahşi yerli değillerse kimseyi öldürmezler.
This machine is easy to handle.
- Bu makineyi idare etmek kolaydır.
Tom is hard to handle.
- Tom'u idare etmek zor.
I don't want to interfere with your personal life.
- Ben kişisel yaşamınıza müdahale etmek istemiyorum.
Russia, the European Union and the U.S. are accusing each other of interference in Ukraine's domestic affairs.
- Rusya, Avrupa Birliği ve ABD; birbirlerini Ukrayna'nın iç işlerine müdahale etmekle suçluyorlar.
It is cruel to mock a blind man.
- Kör bir insanla alay etmek acımasızcadır.
I don't want to spoil the ending!
- Sonunu berbat etmek istemiyorum.
I don't want to spoil the ending for you.
- Senin için sonunu berbat etmek istemiyorum.
If you want to go on with the conversation, you'd better speak a bit lower.
- Konuşma ile devam etmek istiyorsan biraz daha düşük konuşsan iyi olur.
In this world, it's difficult to go on behaving like a human being.
- Bu dünyada insan gibi davranmaya devam etmek zordur.
We must pay attention to the traffic light.
- Trafik ışıklarına dikkat etmek zorundayız.
You have to pay attention.
- Dikkat etmek zorundasın.
She went down on her knees to pray.
- Dua etmek için dizlerinin üstüne çöktü.
There's nothing we can do to save Tom at this point. All we can do is pray.
- Şu anda, Tom'u kurtarmak için yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Elimizden gelen şey dua etmektir.
Right now, all I want to do is get something to eat.
- Şu anda, tüm istediğim yiyecek bir şey elde etmek.
Tom will have only one chance to get that right.
- Tom'un o hakkı elde etmek için sadece bir şansı olacak.
What did I do to deserve this?
- Bunu hak etmek için ne yaptım?
It's pretty easy to imagine.
- Bu hayal etmek oldukça kolaydır.
It's almost impossible to imagine.
- Onu hayal etmek neredeyse imkansız.
Sometimes we have to serve our husbands like slaves.
- Bazen köle gibi erkeğimize hizmet etmek zorundayız.
Does a government have to serve ideologies, or rather, the interests of the people?
- Bir hükümet ideolojiler mi sunmak zorunda? Daha doğrusu insanların çıkarlarına mı hizmet etmek zorunda?
I have to return this book to the library today.
- Kitabı bugün kütüphaneye iade etmek zorundayım.
I bought a green couch yesterday, but I couldn't fit it through the door, so I had to return it.
- Dün yeşil bir kanepe aldım, ama kapıdan sığdıramadım, bu yüzden geri iade etmek zorunda kaldım.
He is very bad at inventing excuses.
- Bahaneler icat etmekte çok kötüdür.
If God did not exist, we'd have to invent him.
- Tanrı olmasa onu icat etmek zorunda kalırız.
I'd rather die than betray my friends!
- Arkadaşlarıma ihanet etmektense ölmeyi tercih ederim!
To translate is to betray.
- Çevirmek ihanet etmektir.
You are not allowed to violate the rules.
- Size kuralları ihlal etmek için izin verilmez.
It was hard to persuade him to cancel the trip.
- Bu geziyi iptal etmesi için onu ikna etmek zordur.
He did his best to persuade her.
- Onu ikna etmek için elinden geleni yaptı.
In Belgium, Flemish people want to declare their independence someday.
- Belçika'da Flaman halkı bir gün bağımsızlığını ilan etmek istiyor.
Use the video to declare your love!
- Aşkını ilan etmek için video kullan!
Is there anything you want to add to what I just said?
- Az önce söylediklerime ilave etmek istediğin bir şey var mı?
What we want to do next is add some salt.
- Daha sonra yapmak istediğimiz şey biraz tuz ilave etmek.
We don't want to cancel.
- İptal etmek istemeyiz.
Tom may have to cancel the picnic.
- Tom pikniği iptal etmek zorunda kalabilir.
Tom was forced to resign.
- Tom istifa etmek için zorlandı.
He was finally forced to resign.
- O, sonunda istifa etmek zorunda bırakıldı.
He imports clothes from Turkey.
- O Türkiye'den giysiler ithal etmektedir.
Japan has to import most of its raw materials.
- Japonya ham maddelerinin çoğunu ithal etmek zorunda.
Tom has to approve this.
- Tom bunu kabul etmek zorunda.
Fighting isn't my style.
- Kavga etmek benim tarzım değildir.
I don't want to fight you.
- Seninle kavga etmek istemiyorum.
Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again.
- Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır.
How many bags do you want to check?
- Kaç tane çanta kontrol etmek istiyorsun?
Schedules are difficult to coordinate.
- Programları koordine etmek zordur.
It is better to risk saving a guilty man than to condemn an innocent one.
- Masum birini mahkum etmektense suçlu bir adamı kurtarmayı göze almak daha iyidir.
She's hard to please.
- Onu memnun etmek zor.
He is hard to please.
- Onu memnun etmek zordur.
I can't help but wonder where Tom is.
- Tom'un nerede olduğunu merak etmekten başka yapabileceğim bir şey yok.
Tom couldn't help but wonder if everybody was safe.
- Tom herkesin güvende olup olmadığını merak etmekten kendini alamadı.
To hate, to love, to think, to feel, to see; all this is nothing but to perceive.
- Görmek, hissetmek, düşünmek, sevmek, nefret etmek; bütün bunlar algılamaktan başka bir şey değildir.
Nobody wanted to hate my country.
- Hiç kimse ülkemden nefret etmek istemedi.
I want to compete again.
- Tekrar rekabet etmek istiyorum.
I never wanted to compete with you.
- Seninle asla rekabet etmek istemedim.
I no longer want to offend anyone.
- Kimseyi rencide etmek istemiyorum artık.
I don't want to offend them.
- Onları rencide etmek istemiyorum.
I would like to request a short recess.
- Ben kısa bir ara rica etmek istiyorum.
Tom is the type of person who always demands that something be done rather than request that it be done.
- Tom bir şeyin yapılmasını rica etmek yerine bir şeyin yapılmasını her zaman talep eden türden bir insan.
It's not hard to guess what's going to happen.
- Ne olacağını tahmin etmek zor değil.
Tom's password was easy to guess.
- Tom'un şifresini tahmin etmek kolaydı.
It is not so difficult to appreciate good music.
- İyi müziği takdir etmek hiç de zor değildir.
To appreciate her beauty, you have only to look at her.
- Onun güzelliğini takdir etmek için sadece ona bakmak zorundasın.
I think it's very difficult for an Englishman to imitate a real American accent.
- Sanırım bir İngiliz için gerçek bir Amerikan aksanını taklit etmek zordur.
If something is fashionable, everyone wants to imitate it.
- Eğer bir şey modaysa herkes onu taklit etmek ister.
Tom spent all day trying to fix the leak in the roof.
- Tom bütün günü çatıdaki sızıntıyı tamir etmek için uğraşarak geçirdi.
How much will it cost to fix the car?
- Arabayı tamir etmek kaça mal olacak?
Some feelings are difficult to describe.
- Bazı duyguları tarif etmek zordur.
I found out a very interesting site I'd like to recommend.
- Tavsiye etmek istediğim çok ilginç bir site buldum.
I want to congratulate you on your graduation.
- Mezuniyetiniz hakkında sizi tebrik etmek istiyorum.
I never got a chance to congratulate you.
- Seni tebrik etmek için bir şansım olmadı.
Doctors did everything they could to cure him.
- Doktorlar onu tedavi etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptı.
At present it is medically impossible to cure this disease.
- Şu anda bu hastalığı tedavi etmek tıbben mümkün değildir.
Tom threatened to leave Mary.
- Tom Mary'yi tehdit etmekle terk etti.
I swear all I meant to do was to threaten Tom.
- Tüm yapmak istediğimin Tom'u tehdit etmek olduğuna yemin ederim.
Please don't hesitate to contact me if you have any other questions.
- Başka sorunlarınız olursa benimle temas etmekten çekinmeyin.
It's too late to contact Tom now.
- Artık Tom'la temas etmek için çok geç.
His compositions represent the last echo of Renaissance music.
- Onun besteleri rönesans müziğinin son yankısını temsil etmektedir.
The only reason for the existence of a novel is that it does attempt to represent life.
- Bir romanın varlığının tek nedeni hayatı temsil etmek için girişimde bulunmasıdır.
I had to console her on the telephone.
- Ben onu telefonda teselli etmek zorunda kaldım.
When Luisa broke into tears, only her best friend approached to console her.
- Luisa gözyaşlarına boğulduğunda, yalnızca onun en iyi arkadaşı onu teselli etmek için yaklaştı.
How long does it take to deliver a pizza?
- Bir pizzayı teslim etmek ne kadar sürer?
Amazon wants to use drones to deliver packages.
- Amazon paketleri teslim etmek için dronlar kullanmak istiyor.
I'm calling to confirm your appointment.
- Randevunu teyit etmek için arıyorum.
I guess it was too much to hope for.
- Sanırım bu umut etmek için çok fazlaydı.
Tom doesn't want to travel alone.
- Tom yalnız başına yolculuk etmek istemiyor.
Do you like to travel by yourself?
- Tek başına yolculuk etmekten hoşlanır mısın?
He availed himself of the 'off-and-on' holidays to visit his native country.
- Doğduğu ülkeyi ziyaret etmek için ara sıra tatillerden faydalandı.
I want to visit the ruins of Machu Picchu.
- Ben, Machu Picchu harabelerini ziyaret etmek isterim.
Tom doesn't have to dance with Mary unless he wants to.
- Tom istemediği sürece Mary ile dans etmek zorunda değildir.
Would you like to dance with me?
- Benimle dans etmek ister misin?
You might want to encourage Tom to do his own homework early.
- Tom'u kendi ev ödevini erkenden yapması için teşvik etmek isteyebilirsin.
One way to lower the number of errors in the Tatoeba Corpus would be to encourage people to only translate into their native languages.
- Tatoeba Korpus'taki hataların sayısını azaltmanın bir yolu, insanları sadece kendi anadillerine çeviriler yapmaya teşvik etmek olabilir.
She does nothing but complain.
- O, şikâyet etmekten başka bir şey yapmaz.
They do nothing but complain.
- Onlar şikâyet etmekten başka bir şey yapmıyorlar.
We have to analyze that.
- Onu analiz etmek zorundayız.
The students have to analyze an excerpt from the book.
- Öğrenciler kitaptan bir alıntıyı analiz etmek zorundalar.
If Tom had a lot of money, he wouldn't have to worry about this.
- Tom'un çok parası olsa bunun hakkında endişe etmek zorunda kalmaz.
The doctor says I need to quit worrying so much.
- Doktor bu kadar çok endişe etmekten vazgeçmem gerektiğini söylüyor.
Do you wanna sacrifice something?
- Bir şey feda etmek ister misin?
Would it be ethical to sacrifice one person to save many?
- Birçok kişiyi kurtarmak için bir kişiyi feda etmek etik olur muydu?
He is acting on his own behalf.
- O kendi adına hareket etmektedir.
If you really have grounds for acting the way you did, then please tell me.
- Yaptığınız şekilde hareket etmek için gerçekten sebebiniz varsa, o halde lütfen bana söyleyin.
Tom said he didn't want to waste time arguing.
- Tom tartışarak zaman israf etmek istemediğini söyledi.
I hate to waste my time.
- Zamanımı israf etmekten nefret ederim.
I can't do anything but obey him.
- Ona itaat etmekten başka bir şey yapamıyorum.
Children must obey their parents and parents must obey their employers.
- Çocuklar ebeveynlerine itaat etmek zorundadır ve ebeveynler patronlarına itaat etmek zorundadır.
I have to make a note of that.
- Onu not etmek zorundayım.
Tell your son to quit harassing my daughter.
- Oğluna kızımı taciz etmekten vazgeçmesini söyle.
Your honor, I would like to discharge counsel.
- Sayın yargıç, danışmanı tahliye etmek istiyorum.
I would like to exchange money.
- Para takas etmek istiyorum.
I'll need at least three days to translate that thesis.
- O tezi tercüme etmek için en azından üç güne ihtiyacım olacak.
How much time does she need to translate this book?
- Bu kitabı tercüme etmek için ne kadar süreye ihtiyacı var?
I'd like to treat you to lunch to thank you for all your help.
- Tüm yardımlarına teşekkür etmek amacıyla sana öğle yemeği ısmarlamak istiyorum.
I would like to thank you in advance for any help that you are able to give her.
- Ona yapabileceğin herhangi bir yardım için şimdiden size teşekkür etmek istiyorum.
He will be only too glad to help you.
- Sadece ,sana yardım etmekten çok hoşnut olacak.
It is our duty to help one another.
- Birbirimize yardım etmek bizim görevimizdir.
Our task is to rebuild the wall.
- Bizim görevimiz duvarı yeniden inşa etmektir.
Layla wanted to rebuild her marriage.
- Leyla evliliğini yeniden inşa etmek istedi.
Sami liked to shock people.
- Sami insanları şok etmekten keyif alırdı.
Tom reached down to assist Mary to her feet.
- Tom Mary'nin ayaklarına yardım etmek için elini aşağıya doğru uzattı.
They came to our assistance.
- Onlar bize yardım etmek için geldiler.
He bought the land for the purpose of building his house on it.
- O, üzerine ev inşa etmek amacıyla arsayı aldı.
We came here to build a new town.
- Yeni bir kasaba inşa etmek için buraya geldik.
All we can do now is hope that Tom does what he's promised to do.
- Artık bütün yapabileceğimiz Tom'un yapmaya söz verdiği şeyi yapmasını ümit etmektir.
All we can do is hope.
- Bütün yapabileceğimiz ümit etmektir.
He was kind enough to invite me.
- O, beni davet etmek için yeterince nazikti.
I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
- Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
Are you ready to proceed?
- Devam etmek için hazır mısın?
The scientist insisted on proceeding with the research.
- Bilimci araştırmaya devam etmekte ısrar etti.
We have to be careful with expenses.
- Giderlerimize dikkat etmek zorundayız.
If you want to lose weight, you'll have to be careful about what you eat.
- Eğer zayıflamak istiyorsan ne yediğine dikkat etmek zorundasın.
It was easy to obtain.
- Onu elde etmek kolaydı.
Look, Tom, we have to move.
- Bak, Tom, hareket etmek zorundayız.
In fact, to move at any speed the polar bear uses twice as much energy as do most other mammals.
- Aslında, herhangi bir hızda hareket etmek için kutup ayısı, çoğu diğer memelilerden iki katı daha fazla enerji harcar.
Some claim that full-body scanners violate the Fourth Amendment.
- Bazıları tam vücut tarayıcılarının dördüncü yasa değişikliğini ihlal ettiğini iddia etmektedir.
I want to express my appreciation for your help.
- Yardımınızla ilgili minnettarlığımı ifade etmek istiyorum.
Tom called on Mary to express his sympathy.
- Tom sempatisini ifade etmek için Mary'yi aradı.
The greatest joy after being in love is confessing one's love.
- Aşık olduktan sonra en büyük sevinç birinin aşkını itiraf etmektir.
Tom has to confess his crime.
- Tom suçunu itiraf etmek zorunda kaldı.
I don't mean to object to your proposal.
- Amacım önerine itiraz etmek değil.
It's sometimes difficult to control our feelings.
- Duygularımızı kontrol etmek bazen zordur.
Hand washing is one way to control bacteria.
- El yıkama, bakterileri kontrol etmek için bir yoldur.
There will be situations where no textbook answer will be available to guide you.
- Size rehberlik etmek için hiçbir ders kitabı cevabının mevcut olmayacağı durumlar olacaktır.
Gods came down on earth to guide humanity to its end.
- Tanrılar sonuna kadar insanlığa rehberlik etmek için yeryüzüne indiler.
Something I et?.