Tom doesn't have to pay attention to what Mary says.
- Tom Mary'nin söylediklerine dikkat etmek zorunda değil.
We have come to pay you a visit.
- Sizi ziyaret etmek için geldik.
This word is difficult to pronounce.
- Bu sözcüğü telaffuz etmek zordur.
Some German words are extremely difficult to pronounce for an English speaker, for example: Streichholzschächtelchen.
- Bazı Almanca sözcükleri telaffuz etmek, İngilizce konuşan biri için son derece zordur örn. Streichholzschächtelchen
I assume Tom is here to help.
- Sanırım Tom yardım etmek için burada.
It is worthwhile visiting the museum.
- Müzeyi ziyaret etmek faydalıdır.
The U.S. exports billions of dollars' worth of passenger airplanes.
- Amerika Birleşik Devletleri milyarlarca dolar değerinde yolcu uçakları ihraç etmektedir.
It will cost about 2000 yen to repair it.
- Onu tamir etmek yaklaşık 2000 yene mal olacak.
It'll cost about 2,000 yen to fix it.
- Onu tamir etmek yaklaşık 2,000 yene mal olacaktır.
The country is trying hard to make up for her trade deficit.
- Ülke, dış ticaret açığını telafi etmek için çok çabalıyor.
Every day they killed a llama to make the Sun God happy.
- Onlar Güneş Tanrısı'nı mutlu etmek için her gün bir lama öldürdü.
I never get sick of dancing.
- Ben asla dans etmekten usanmam.
I had to resign because I just didn't get along with the new boss.
- İstifa etmek zorundaydım çünkü yeni patronla anlaşamadım.
I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.
- Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.
If we are to be there at six, we will have to start now.
- Biz altıda orada olacaksak, şimdi hareket etmek zorundayız.
May I take a few days off to visit my family?
- Ailemi ziyaret etmek için birkaç gün izin alabilir miyim?
I don't want to take on any more work.
- Daha fazla iş kabul etmek istemiyorum.
The other colonies began sending troops to help.
- Diğer koloniler yardım etmek için asker göndermeye başladı.
Taking a watch apart is easier than putting it together.
- Bir saati parçalara ayırmak onu monte etmekten daha kolaydır.
You've tried so hard to put me to shame, haven't you?
- Beni rezil etmek için çok çabaladın, değil mi?
We had to agree to total confidentiality and sign a non-disclosure agreement.
- Toplam gizliliği kabul etmek ve bir gizlilik sözleşmesi imzalamak zorundaydık.
No one wanted to insult these men.
- Hiç kimse bu adamlara hakaret etmek istemedi.
Tom doesn't even bother to insult me anymore.
- Artık Tom bile bana hakaret etmek için canını sıkmıyor.
That wasn't so hard to admit, was it?
- İtiraf etmek o kadar zor değildi, değil mi?
I have to admit I enjoyed it.
- Bunu beğendiğimi itiraf etmek zorundayım.
You're welcome to accompany us.
- Bize eşlik etmek için buyurun.
On New Year's Day many Japanese go to the shrine to worship.
- Yeni Yıl Günü birçok Japon ibadet etmek için türbeye giderler.
It might be better to address her as Doctor.
- Ona doktor olarak hitap etmek daha iyi olabilir.
Tom is doing that just to annoy Mary.
- Tom bunu sadece Mary'yi rahatsız etmek için yapıyor.
I didn't want to annoy you.
- Seni rahatsız etmek istemedim.
To err is human, but to persist in error is diabolical.
- Hata yapmak insana mahsustur ama hatada ısrar etmek şeytanidir.
The twins look so much alike it's next to impossible to distinguish one from the other.
- İkizler o kadar benziyorlar ki birini diğerinden ayırt etmek neredeyse imkansız.
Sometimes reality and fantasy are hard to distinguish.
- Bazen gerçek ve hayali ayırt etmek zordur.
She knows five languages, but when she wants to swear, she does so in her maternal language.
- Beş yabancı dil biliyor ama küfür etmek istediği zaman kendi ana dilinde konuşuyor.
Swearing relieves the pain.
- Küfür etmek ağrıyı hafifletir.
This word is difficult to pronounce.
- Bu sözcüğü telaffuz etmek zordur.
Some German words are extremely difficult to pronounce for an English speaker, for example: Streichholzschächtelchen.
- Bazı Almanca sözcükleri telaffuz etmek, İngilizce konuşan biri için son derece zordur örn. Streichholzschächtelchen
There is no denying the fact that smoking is harmful.
- Sigara içmenin zararlı olduğu gerçeğini inkar etmek yok.
There is no denying that she is very efficient.
- Onun çok verimli olduğunu inkar etmek yok.
I have to examine you.
- Seni muayene etmek zorundayım.
They want to rape our women.
- Kadınlarımıza tecavüz etmek istiyorlar.
Sami wanted to rape Layla.
- Sami, Leyla'ya tecavüz etmek istedi.
I can't help it if girls want to flirt with me.
- Kızlar benimle flört etmek isterse elimde değil.
We have to operate urgently.
- Derhal ameliyat etmek zorundayız.
We have to operate urgently.
- Acilen ameliyat etmek zorundayız.
I don't mean to object to your proposal.
- Amacım önerine itiraz etmek değil.
The settlers are the most peaceful people in the world. They cross thousands of miles to occupy a land that doesn't belong to them and they never kill anyone if they're not a savage native.
- Göçmenler dünyadaki en huzurlu insanlardır. Onlara ait olmayan bir toprağı işgal etmek için binlerce mil geçerler ve eğer vahşi yerli değillerse kimseyi öldürmezler.
Tom is hard to handle.
- Tom'u idare etmek zor.
This machine is easy to handle.
- Bu makineyi idare etmek kolaydır.
I don't want to interfere with your personal life.
- Ben kişisel yaşamınıza müdahale etmek istemiyorum.
Russia, the European Union and the U.S. are accusing each other of interference in Ukraine's domestic affairs.
- Rusya, Avrupa Birliği ve ABD; birbirlerini Ukrayna'nın iç işlerine müdahale etmekle suçluyorlar.
It is cruel to mock a blind man.
- Kör bir insanla alay etmek acımasızcadır.
I don't want to spoil the ending!
- Sonunu berbat etmek istemiyorum.
Spoiling an ending is a heinous crime against humanity.
- Sonu berbat etmek, insanlığa karşı iğrenç bir suçtur.
It's absolutely impossible for me to go on like this.
- Böyle devam etmek benim için kesinlikle imkansızdır.
You're right. I have to go on living.
- Haklısın. Yaşamaya devam etmek zorundayım.
You have to pay attention.
- Dikkat etmek zorundasın.
We must pay attention to the traffic light.
- Trafik ışıklarına dikkat etmek zorundayız.
We knelt down to pray.
- Biz dua etmek için diz çöktük.
We all knelt down to pray.
- Dua etmek için hepimiz diz çöktük.
To get the full value of joy, you must have someone to divide it with.
- Tam sevinç değerini elde etmek için, onu paylaşacak birisine sahip olmalısınız.
If you want to get something in life, you should go against the flow.
- Hayatta bir şey elde etmek istiyorsanız, akıntıya karşı yüzmelisiniz.
What did I do to deserve this?
- Bunu hak etmek için ne yaptım?
It's almost impossible to imagine.
- Onu hayal etmek neredeyse imkansız.
It's pretty easy to imagine.
- Bu hayal etmek oldukça kolaydır.
Sometimes we have to serve our husbands like slaves.
- Bazen köle gibi erkeğimize hizmet etmek zorundayız.
My brother wanted to join the army but because of a heart condition he was judged unfit to serve.
- Kardeşim orduya katılmak istedi ama bir kalp rahatsızlığı nedeniyle hizmet etmek için uygun olmadığına karar verildi.
I'd like to return this.
- Bunu iade etmek istiyorum.
I have to return this book to the library today.
- Kitabı bugün kütüphaneye iade etmek zorundayım.
If God did not exist, we'd have to invent him.
- Tanrı olmasa onu icat etmek zorunda kalırız.
He is very bad at inventing excuses.
- Bahaneler icat etmekte çok kötüdür.
I'd rather die than betray my friends!
- Arkadaşlarıma ihanet etmektense ölmeyi tercih ederim!
To translate is to betray.
- Çevirmek ihanet etmektir.
You are not allowed to violate the rules.
- Size kuralları ihlal etmek için izin verilmez.
It was difficult to persuade him to cancel the trip.
- Onu seyahati iptal etmeye ikna etmek zor oldu.
He did his best to persuade her.
- Onu ikna etmek için elinden geleni yaptı.
Use the video to declare your love!
- Aşkını ilan etmek için video kullan!
In Belgium, Flemish people want to declare their independence someday.
- Belçika'da Flaman halkı bir gün bağımsızlığını ilan etmek istiyor.
What we want to do next is add some salt.
- Daha sonra yapmak istediğimiz şey biraz tuz ilave etmek.
Is there anything you'd like to add?
- İlave etmek istediğin bir şey var mı?
I'd like to cancel tomorrow's meeting.
- Yarınki toplantıyı iptal etmek istiyorum.
We don't want to cancel.
- İptal etmek istemiyoruz.
He was finally forced to resign.
- O, sonunda istifa etmek zorunda bırakıldı.
He has no choice but to resign.
- İstifa etmekten başka seçeneği yoktu.
Japan has to import most of its raw materials.
- Japonya ham maddelerinin çoğunu ithal etmek zorunda.
He imports clothes from Turkey.
- O Türkiye'den giysiler ithal etmektedir.
Tom has to approve this.
- Tom bunu kabul etmek zorunda.
I don't want to fight you.
- Seninle kavga etmek istemiyorum.
Tom doesn't like fighting.
- Tom kavga etmekten hoşlanmaz.
I'd like to check out.
- Ben kontrol etmek istiyorum.
I have to check and see what the contract says.
- Sözleşmenin ne dediğini kontrol etmek ve görmek zorundayım.
Schedules are difficult to coordinate.
- Programları koordine etmek zordur.
It is better to risk saving a guilty man than to condemn an innocent one.
- Masum birini mahkum etmektense suçlu bir adamı kurtarmayı göze almak daha iyidir.
He is hard to please.
- Onu memnun etmek zordur.
She's hard to please.
- Onu memnun etmek zor.
I can't help but wonder where Tom is.
- Tom'un nerede olduğunu merak etmekten başka yapabileceğim bir şey yok.
To be surprised, to wonder, is to begin to understand.
- Şaşırmak, merak etmek, anlamaya başlamaktır.
Nobody wanted to hate my country.
- Hiç kimse ülkemden nefret etmek istemedi.
Nobody wants to hate my country.
- Kimse benim ülkemden nefret etmek istemez.
I never wanted to compete with you.
- Seninle asla rekabet etmek istemedim.
I had to compete with him for promotion.
- Ben tanıtım için onunla rekabet etmek zorunda kaldım.
I don't want to offend her.
- Onu rencide etmek istemiyorum.
I don't want to offend them.
- Onları rencide etmek istemiyorum.
Tom is the type of person who always demands that something be done rather than request that it be done.
- Tom bir şeyin yapılmasını rica etmek yerine bir şeyin yapılmasını her zaman talep eden türden bir insan.
I would like to request a short recess.
- Ben kısa bir ara rica etmek istiyorum.
Tom's password was easy to guess.
- Tom'un şifresini tahmin etmek kolaydı.
It really isn't hard to guess the answer.
- Cevabı tahmin etmek gerçekten zor değil.
It is not so difficult to appreciate good music.
- İyi müziği takdir etmek hiç de zor değildir.
To appreciate her beauty, you have only to look at her.
- Onun güzelliğini takdir etmek için sadece ona bakmak zorundasın.
If something is fashionable, everyone wants to imitate it.
- Eğer bir şey modaysa, herkes on taklit etmek ister.
I think it's very difficult for an Englishman to imitate a real American accent.
- Sanırım bir İngiliz için gerçek bir Amerikan aksanını taklit etmek zordur.
I had to fix the toaster.
- Ben tost makinesini tamir etmek zorunda kaldım.
The plumber used many tools to fix our sink.
- Tesisatçı bizim lavaboyu tamir etmek için birçok alet kullandı.
Some feelings are difficult to describe.
- Bazı duyguları tarif etmek zordur.
I found out a very interesting site I'd like to recommend.
- Tavsiye etmek istediğim çok ilginç bir site buldum.
I never got a chance to congratulate you.
- Seni tebrik etmek için bir şansım olmadı.
I want to congratulate you on your graduation.
- Mezuniyetiniz hakkında sizi tebrik etmek istiyorum.
At present it is medically impossible to cure this disease.
- Şu anda bu hastalığı tedavi etmek tıbben mümkün değildir.
Doctors did everything they could to cure him.
- Doktorlar onu tedavi etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptı.
I swear all I meant to do was to threaten Tom.
- Tüm yapmak istediğimin Tom'u tehdit etmek olduğuna yemin ederim.
Tom threatened to leave Mary.
- Tom Mary'yi tehdit etmekle terk etti.
Please don't hesitate to contact me if you have any other questions.
- Başka sorunlarınız olursa benimle temas etmekten çekinmeyin.
It's too late to contact Tom now.
- Artık Tom'la temas etmek için çok geç.
His compositions represent the last echo of Renaissance music.
- Onun besteleri rönesans müziğinin son yankısını temsil etmektedir.
The only reason for the existence of a novel is that it does attempt to represent life.
- Bir romanın varlığının tek nedeni hayatı temsil etmek için girişimde bulunmasıdır.
When Luisa broke into tears, only her best friend approached to console her.
- Luisa gözyaşlarına boğulduğunda, yalnızca onun en iyi arkadaşı onu teselli etmek için yaklaştı.
I had to console her on the telephone.
- Ben onu telefonda teselli etmek zorunda kaldım.
Tom asked me to come here to deliver this message.
- Tom bu mesajı teslim etmek için buraya gelmemi istedi.
My work was to deliver pizza by motorcycle.
- İşim motosikletle pizza teslim etmekti.
I'm calling to confirm your appointment.
- Randevunu teyit etmek için arıyorum.
I guess it was too much to hope for.
- Sanırım bu umut etmek için çok fazlaydı.
I want to travel with you.
- Seninle yolculuk etmek istiyorum.
Tom doesn't want to travel alone.
- Tom yalnız başına yolculuk etmek istemiyor.
I don't like visiting big cities.
- Büyük şehirleri ziyaret etmekten hoşlanmam.
I want to visit Korea.
- Kore'yi ziyaret etmek istiyorum.
Would you like to dance with me?
- Benimle dans etmek ister misin?
Isadora Duncan danced with such grace that she was invited to dance in Europe.
- Isadora Duncan öyle zarafetle dans etti ki Avrupa'da dans etmek için davet edildi.
What do you think is the best way to encourage Tom to study more?
- Tom'u daha çok çalışmaya teşvik etmek için en iyi yolun ne olduğunu düşünüyorsunuz?
You might want to encourage Tom to do his own homework early.
- Tom'u kendi ev ödevini erkenden yapması için teşvik etmek isteyebilirsin.
They do nothing but complain.
- Onlar şikâyet etmekten başka bir şey yapmıyorlar.
Tom did nothing but complain.
- Tom şikâyet etmekten başka bir şey yapmadı.
It took a great deal of time to analyze the data.
- Verileri analiz etmek çok zaman aldı.
It took a long time to analyze the data.
- Verileri analiz etmek uzun zaman aldı.
I won't have to worry anymore.
- Artık endişe etmek zorunda kalmayacağım.
The doctor says I need to quit worrying so much.
- Doktor bu kadar çok endişe etmekten vazgeçmem gerektiğini söylüyor.
Would it be ethical to sacrifice one person to save many?
- Birçok kişiyi kurtarmak için bir kişiyi feda etmek etik olur muydu?
Do you wanna sacrifice something?
- Bir şey feda etmek ister misin?
He is acting on his own behalf.
- O kendi adına hareket etmektedir.
I had to act at once.
- Hemen hareket etmek zorunda kaldım.
Tom said he didn't want to waste time arguing.
- Tom tartışarak zaman israf etmek istemediğini söyledi.
I hate to waste my time.
- Zamanımı israf etmekten nefret ederim.
There was no option but to obey.
- İtaat etmekten başka bir seçenek yoktu.
We have to obey orders.
- Emirlere itaat etmek zorundayız.
I have to make a note of that.
- Onu not etmek zorundayım.
Tell your son to quit harassing my daughter.
- Oğluna kızımı taciz etmekten vazgeçmesini söyle.
Your honor, I would like to discharge counsel.
- Sayın yargıç, danışmanı tahliye etmek istiyorum.
I would like to exchange money.
- Para takas etmek istiyorum.
How much time does she need to translate this book?
- Bu kitabı tercüme etmek için ne kadar süreye ihtiyacı var?
I like to translate your sentences.
- Cümlelerinizi tercüme etmekten hoşlanıyorum.
I'd like to thank you for coming today.
- Bugün geldiğiniz için size teşekkür etmek istiyorum.
I'd like to treat you to lunch to thank you for all your help.
- Tüm yardımlarına teşekkür etmek amacıyla sana öğle yemeği ısmarlamak istiyorum.
It is our duty to help one another.
- Birbirimize yardım etmek bizim görevimizdir.
The boy cried Wolf, wolf! and the villagers came out to help him.
- Kurt, kurt diye çocuk bağırdı! ve köylüler ona yardım etmek için dışarı çıktılar.
Our task is to rebuild the wall.
- Bizim görevimiz duvarı yeniden inşa etmektir.
Tom recruited immigrant workers to rebuild his mansion.
- Tom konağını yeniden inşa etmek için göçmen işçileri işe aldı.
Sami liked to shock people.
- Sami insanları şok etmekten keyif alırdı.
They came to our assistance.
- Onlar bize yardım etmek için geldiler.
Tom is here to assist us.
- Tom bize yardım etmek için burada.
They formed a project to build a new school building.
- Onlar yeni bir okul binası inşa etmek için bir proje oluşturdu.
His plan is to build a bridge over that river.
- Onun planı o nehir üzerinde bir köprü inşa etmektir.
All we can do is hope.
- Bütün yapabileceğimiz ümit etmektir.
All we can do now is hope that Tom does what he's promised to do.
- Artık bütün yapabileceğimiz Tom'un yapmaya söz verdiği şeyi yapmasını ümit etmektir.
I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
- Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.
- Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.
The scientist insisted on proceeding with the research.
- Bilimci araştırmaya devam etmekte ısrar etti.
How would you like to proceed?
- Nasıl devam etmek istersin?
If you want to lose weight, you'll have to be careful about what you eat.
- Eğer zayıflamak istiyorsan ne yediğine dikkat etmek zorundasın.
We have to be careful with expenses.
- Giderlerimize dikkat etmek zorundayız.
It was easy to obtain.
- Onu elde etmek kolaydı.
They would have to move fast.
- Onlar hızlı hareket etmek zorunda kalacaktı.
Look, Tom, we have to move.
- Bak, Tom, hareket etmek zorundayız.
Some claim that full-body scanners violate the Fourth Amendment.
- Bazıları tam vücut tarayıcılarının dördüncü yasa değişikliğini ihlal ettiğini iddia etmektedir.
I can't think of the right words with which to express my thanks.
- Ben teşekkürlerimi ifade etmek için doğru kelimeleri düşünemiyorum.
I would like to express our thanks on behalf of my colleagues.
- İş arkadaşlarım adına teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.
The greatest joy after being in love is confessing one's love.
- Aşık olduktan sonra en büyük sevinç birinin aşkını itiraf etmektir.
We should give Tom a chance to confess.
- Tom'a itiraf etmek için bir şans vermeliyiz.
I don't mean to object to your proposal.
- Amacım önerine itiraz etmek değil.
It's sometimes difficult to control our feelings.
- Duygularımızı kontrol etmek bazen zordur.
They formed a company to control it.
- Onu kontrol etmek için bir şirket kurdular.
There will be situations where no textbook answer will be available to guide you.
- Size rehberlik etmek için hiçbir ders kitabı cevabının mevcut olmayacağı durumlar olacaktır.
I went with them so that I could guide them around Nagasaki.
- Ben Nagasaki çevresinde onlara rehberlik etmek için onlarla birlikte gittim.
Something I et?.