I like him, but at the same time I don't really trust him.
- Ondan hoşlanıyorum fakat aynı zamanda ona gerçekten inanmıyorum.
Tom goes to bed at the same time every night.
- Tom her gece aynı zamanda yatmaya gider.
This development is casting a larger and larger shadow over the chemical industry as well.
- Bu gelişme aynı zamanda kimya sanayi üzerinde de gittikçe daha büyük bir gölge düşürüyor.
That's the deepest part of the lake as well.
- O aynı zamanda gölün en derin kısmı.
I borrowed money not only from Tom, but from his wife, too.
- Sadece Tom'dan değil aynı zamanda karısından da ödünç para aldım.
It's not just Tom that has to study. I have to study, too.
- Sadece Tom değil aynı zamanda ben de çalışmak zorundayım.
He is a scholar and a musician simultaneously.
- O bir bilim adamı ve aynı zamanda bir müzisyen.
The singer is famous not only in Japan but also in Europe.
- Şarkıcı sadece Japonya'da değil, aynı zamanda Avrupa'da da ünlü.
Not only you but I also was to blame.
- Sadece sen değil aynı zamanda ben de suçlanacaktım.
You can't do two things at once.
- Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
We are both to blame.
- Sadece siz değil aynı zamanda ben de suçlanmalıyım.
You can't do both at the same time.
- İkisini aynı zamanda yapamazsın.