In retrospect, Tom realized he shouldn't have been dating both sisters at the same time.
- Geriye dönüp baktığında, Tom her iki kız kardeşle aynı zamanda flört etmemesi gerektiğini anladı.
Tom goes to bed at the same time every night.
- Tom her gece aynı zamanda yatmaya gider.
What I have learnt is not just the Chinese language, but something about the country itself as well.
- Sadece Çince dilini değil ama aynı zamanda ülkenin kendisi hakkında da bir şeyler öğrendim.
Dying's nothing. Start instead by living - not only is it harder, but it's longer as well.
- Ölüm hiçbir şeydir. Onun yerine yaşayarak başla - sadece daha zor değil fakat aynı zamanda daha uzundur.
Tom isn't just my boss. He's my friend, too.
- Tom sadece benim patronum değil. Aynı zamanda arkadaşım da.
You are not the only one responsible for it, I am too.
- Onun için sadece siz değil aynı zamanda ben de sorumluyum.
He is a scholar and a musician simultaneously.
- O bir bilim adamı ve aynı zamanda bir müzisyen.
I know not only the father, but also the son.
- Sadece babasını değil, aynı zamanda oğlunu da tanıyorum.
You can drink water, but you can also let it walk.
- Su içebilirsin fakat aynı zamanda da onun yürümesine izin verebilirsin.
You can't do two things at once.
- Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
You can't do both at the same time.
- İkisini aynı zamanda yapamazsın.
Tom and Mary both started talking at the same time.
- Hem Tom hem de Mary aynı zamanda konuşmaya başladı.