She lived a lonely life.
- Yalnız bir hayat yaşadı.
This city is cold and lonely without you.
- Bu şehir sen olmadan soğuk ve yalnız.
The Galapagos Islands giant tortoise known as Lonesome George is dead.
- Yalnız George olarak bilinen Galapagos Adalarının dev kaplumbağası öldü.
Lonesome George was the last giant tortoise of his kind.
- Yalnız George, türünün son dev kaplumbağasıydı.
He lived alone in the forest.
- Ormanda yalnız başına yaşadı.
She likes walking alone.
- O yalnız yürümeyi sever.
One cannot live solely on air and love.
- Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.
They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
- Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
Only a few people showed up on time.
- Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
I only study in the library.
- Yalnızca kütüphanede çalışırım.
Aardvarks are solitary animals.
- Karıncayiyenler yalnız yaşayan hayvanlardır.
I like a solitary walk.
- Yalnız yürümeyi severim.
At the moment only a child can save my marriage.
- Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.
This city is cold and lonely without you.
- Bu şehir sen olmadan soğuk ve yalnız.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
- Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
Optimism is merely a lack of information.
- İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
That's why you're still single.
- Bu yüzden hala yalnızsın.
Mary is a single mom.
- Mary yalnız bir anne.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
- Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
Optimism is merely a lack of information.
- İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
It was nothing but coincidence.
- Bu yalnızca tesadüftü.
Do you swear to tell the truth and nothing but the truth?
- Gerçeği ama yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz?
In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric.
- Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.
I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month.
- Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.
They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
- Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
One cannot live solely on air and love.
- Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.
In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric.
- Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.
I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month.
- Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.
I felt very isolated.
- Çok yalnız hissettim.
Tom felt very isolated.
- Tom çok yalnız hissetti.
Are you going on holiday by yourself? No, my problems are coming with me.
- Tatile yalnız başına mı gidiyorsun? Hayır, problemlerim benimle birlikte geliyorlar.
You're not going there by yourself, are you?
- Oraya yalnız gitmeyeceksin, değil mi?
They just wanted to be left alone.
- Sadece yalnız bırakılmak istediler.
Some read books just to pass time.
- Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.
Now that my only colleague has retired, I'm flying solo.
- Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.
Nancy set out on a solo journey.
- Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.
Tom was angry at Mary for leaving their children unattended.
- Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.
Mariko studied not only English but also German.
- Marko yalnızca İngilizce değil Almanca da okudu.
He not only speaks French, but he speaks Spanish, too.
- Yalnızca Fransızca değil, İspanyolca da konuşuyor.