The loneliness is a disease that makes me not happy anymore.
 - Yalnızlık artık beni mutlu etmeyen bir hastalık.
There's nothing worse than loneliness.
 - Yalnızlıktan daha kötü bir şey yok.
Solitude is independence.
 - Yalnızlık bağımsızlıktır.
The worst solitude is to be destitute of sincere friendship.
 - En kötü yalnızlık, samimi bir dosttan mahrum olmaktır.
We shouldn't confuse solitude with isolation. They are two separate things.
 - Yalnızlık ile izole edilmeyi birbirine karıştırmamak gerek. Bunlar iki farklı şey.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
 - Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
This city is cold and lonely without you.
 - Bu şehir sen olmadan soğuk ve yalnız.
You feel lonesome, don't you?
 - Sen kendini yalnız hissediyorsun, değil mi?
Lonesome George was the last giant tortoise of his kind.
 - Yalnız George, türünün son dev kaplumbağasıydı.
He lived alone in the forest.
 - Ormanda yalnız başına yaşadı.
The old man lives alone.
 - Yaşlı adam yalnız yaşıyor.
Empirical data is based solely on observation.
 - Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.
One cannot live solely on air and love.
 - Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.
Only a few people showed up on time.
 - Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
Only six people were present at the party.
 - Partide yalnızca altı kişi vardı.
I like a solitary walk.
 - Yalnız yürümeyi severim.
She led a solitary life.
 - O yalnız bir hayat sürdü.
At the moment only a child can save my marriage.
 - Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.
She lived a lonely life.
 - Yalnız bir hayat yaşadı.
This city is cold and lonely without you.
 - Bu şehir sen olmadan soğuk ve yalnız.
Optimism is merely a lack of information.
 - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
 - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
That's why you're still single.
 - Bu yüzden hala yalnızsın.
Mary is a single mom.
 - Mary yalnız bir anne.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
 - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
Optimism is merely a lack of information.
 - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
Do you swear to tell the truth and nothing but the truth?
 - Gerçeği ama yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz?
It was nothing but coincidence.
 - Bu yalnızca tesadüftü.
I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month.
 - Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.
In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric.
 - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.
Empirical data is based solely on observation.
 - Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.
They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
 - Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month.
 - Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.
In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric.
 - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.
I felt very isolated.
 - Çok yalnız hissettim.
Tom felt very isolated.
 - Tom çok yalnız hissetti.
Did you study by yourself?
 - Eğitimi yalnız mı yaptınız?
You're not going there by yourself, are you?
 - Oraya yalnız gitmeyeceksin, değil mi?
They just wanted to be left alone.
 - Sadece yalnız bırakılmak istediler.
I just got here this morning.
 - Bu sabah buraya yalnızca ben geldim.
Nancy set out on a solo journey.
 - Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.
Now that my only colleague has retired, I'm flying solo.
 - Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.
Tom was angry at Mary for leaving their children unattended.
 - Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.
Tom hated the idea of leaving Mary alone, but he had to go to work.
 - Tom Mary'yi yalnız bırakma fikrinden nefret etti fakat işe gitmek zorundaydı.
Mariko studied not only English but also German.
 - Marko yalnızca İngilizce değil Almanca da okudu.