Tom bizim en çetin işçilerimizden biridir.
 - Tom is one of our hardest workers.
Tom her zaman iş başında çetin.
 - Tom is always hard at work.
Yumurtamı katı kaynat lütfen.
 - Boil my eggs hard, please.
O, yumurtalarını katı haşlanmış seviyor.
 - She likes her eggs hard-boiled.
İngilizce çok zor, değil mi?
 - English is pretty hard, isn't it?
Yabancı dil öğrenmek zordur.
 - It's hard to learn a foreign language.
Tom tekrar yüzmeye gitme fırsatını güçlükle bekleyebiliyordu.
 - Tom could hardly wait for the chance to go swimming again.
Tom güçlükle yürüyebiliyordu.
 - Tom could hardly walk.
Kader bana acımasız bir ders verdi.
 - Fate taught me a hard lesson.
O acımasız öğretmenin bugün bize zor bir test vereceğinden oldukça eminim.
 - I'm pretty sure that that mean teacher will give us a hard test today.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
 - Understanding you is really very hard.
Bu benim için çok zordu.
 - It's too hard for me.
O, kimsenin hayal edemeyeceği en büyük sıkıntıya katlandı.
 - He put up with the greatest hardship that no one could imagine.
O, büyük ailesini geçindirmek için sıkı çalışıyor.
 - He works hard to support his large family.
Dün şiddetli kar yağdı.
 - It snowed hard yesterday.
Yağmur iyi ve şiddetli yağıyordu.
 - It was raining good and hard.
Hayat bu günlerde zorlaşıyor.
 - Life is getting hard these days.
Biz çok çalışmak için zorlandık.
 - We were forced to work hard.
Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok.
 - Tom has hardly any close friends.
Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi.
 - Hardly anyone has seen this animal up close.
Tom kulağı ağır işitiyor gibi davranıyordu.
 - Tom pretended to be hard of hearing.
Onun köpeği ağır duyar.
 - His dog is hard of hearing.