to hold, regard, or esteem

listen to the pronunciation of to hold, regard, or esteem
English - Turkish

Definition of to hold, regard, or esteem in English Turkish dictionary

have
it has geçmi zaman had malik olmak
have
{f} almak

Saatimi kaybettim, bu yüzden bir tane almak zorundayım. - I lost my watch, so I have to buy one.

Şimdi üç yıldır İngilizce eğitimi almaktayız. - We have been studying English for three years now.

have
eline ulaşmak
have
izin vermek

Onunla konuşmama izin vermek zorundasın. - You have to let me talk to him.

Onlarla konuşmama izin vermek zorundasın. - You have to let me talk to them.

have
doğurmak
have
{f} elde etmek

Yaptığını sandığım başarı türünü elde etmek istiyorsan, öyleyse daha çok çalışmak zorunda kalacaksın. - If you want to achieve the kind of success that I think you do, then you'll have to study harder.

Tam sevinç değerini elde etmek için, onu paylaşacak birisine sahip olmalısınız. - To get the full value of joy, you must have someone to divide it with.

have
geçirmek

Yarına kadar görevi gözden geçirmek zorundayım. - I have to go through the task by tomorrow.

Sadece birlikte biraz zaman geçirmek istedim. - I just wanted to have some time together.

have
içmek

Bir yerde içki içmek için dışarı çıkmak ister misiniz? - Would you like to go out to have a drink somewhere?

Biz biraz şarap içmek istiyoruz. - We'd like to have some wine.

have
sahip ol

Balinaların kendi diline sahip olduklarına inanılmaktadır. - It is believed that whales have their own language.

Windows ile eklentilere sahip olmak zorundasın,yoksa o dosyalarını okumaz. - With Windows, you have to have extensions or it won't read your files.

have
davet etmek

Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var. - I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.

Faturayı ödemek zorunda kaldım! Bir dahaki sefere, onlar beni davet etmek zorunda kalacaklar. - I had to pay the bill! The next time, I'll have them invite me.

have
{f} olmak

Eğer yurt dışına gidiyorsanız, bir pasaporta sahip olmak gereklidir. - If you are going abroad, it's necessary to have a passport.

Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı. - It must be nice to have friends in high places.

have
{i} kumpas
have
{i} hile

Son zamanlarda bir çok hileli iğrenç olaylar vardı. - Recently there have been a lot of nasty incidents with fraud.

Ben hile yapma niyetim yok. Konu ne? - I have no intention of cheating. What's the point?

have
{f} kabul etmek

Tom'un kabul etmekten başka hiç bir seçeneği olmayacak. - Tom will have no choice but to agree.

Önerilerinizi kabul etmekten başka seçeneğim yok. - I have no choice but to accept your proposals.

have
{i} varlıklı kimse
have
{f} bulunmak

Siyasal etkinlikte bulunmak için zamanım yok. - I have no time to engage in political activity.

Bayanlar ve Baylar, şu anda Tokyo Uluslararası Havaalanı'na inmiş bulunmaktayız. - Ladies and Gentlemen, we have now landed at Tokyo International Airport.

have
(fiil) sahip olmak, olmak, elde etmek, almak, yapmak, etmek, kabul etmek, göz yummak, aldatmak, dolandırmak, zorunda olmak, bulunmak
have
{f} etmek

Korkarım ki paydos etmek zorunda kalacağım. - I'm afraid I'll have to call it a day.

Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var. - I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.

English - English
have
to hold, regard, or esteem
Favorites