- Definition of sürekli, sürekli in Turkish English dictionary
- constantly, continually 
- sürekli
- perpetual Perpetual devotion to what a man calls his business, is only to be sustained by perpetual neglect of many other things. -kendi işini sürekli fedakarlık olarak tanımlayan biri, sadece diğer bir çok şeyi ihmal ederek sürdürülebilir. 
 Latin is a perpetual language. -Latince sürekli bir dildir. 
 
- sürekli
- constant Her constant complaining speech irritated me. -Onun sürekli şikâyet konuşması beni sinirlendirdi. 
 She suffers from constant neuralgia. -O, sürekli nevraljiden acı çekmektedir. 
 
- sürekli
- permanent A permanent is extra. -Süreklilik ekstra bir maliyettir. 
 The man turned permanently blue after he drank the silver solution. -Adam, gümüş solüsyonu içtikten sonra sürekli olarak mavileşti. 
 
- sürekli
- consistent He has consistently endeavored to help the poor. -Fakirlere sürekli yardım etmeye gayret etti. 
 Sami consistently denied having an affair with Layla. -Sami, Leyla ile ilişkisi olduğunu sürekli olarak reddetti. 
 
- sürekli
- constantly His wife nags him constantly. -Karısı ona sürekli dırdır ediyor. 
 Sally was constantly changing her hairstyle. -Sally saç stilini sürekli değiştiriyordu. 
 
- sürekli
- consistently Sami consistently denied having an affair with Layla. -Sami, Leyla ile ilişkisi olduğunu sürekli olarak reddetti. 
 As recent research shows, the life expectancy in Japan is consistently increasing. -Yakın zamanda yapılan araştırmalara göre, Japonya'daki yaşam beklentisi sürekli olarak artıyor. 
 
- sürekli olarak
-  (Hukuk) permanently The man turned permanently blue after he drank the silver solution. -Adam, gümüş solüsyonu içtikten sonra sürekli olarak mavileşti. 
 
- sürekli
-  (Hukuk) durable
- sürekli
- ceaselessly 
- sürekli
- confirmed 
- sürekli
- steady Tom has made steady progress. -Tom sürekli ilerleme kaydetti. 
 I've never had a steady job. -Asla sürekli bir işim olmadı. 
 
- sürekli
- hourly 
- sürekli
- secular 
- sürekli
- habitual 
- sürekli
- chronic 
- sürekli
- lasting 
- sürekli
- continually If the universe is full of stars, why doesn't their light continually light up the entire sky? -Eğer evren yıldızlarla doluysa, neden onların ışığı sürekli olarak tüm evreni aydınlatmıyor? 
 He became bad-tempered, continually criticized his wife's cooking and complained of a pain in his stomach. -O kötü huylu oldu, sürekli karısının yemeklerini eleştirdi ve midesindeki bir ağrıdan şikâyet etti. 
 
- sürekli
- ceaseless 
- sürekli
- abiding 
- sürekli
- all the time John was making mistakes all the time. -John sürekli hatalar yapıyordu. 
 Tom thinks about Mary all the time. -Tom sürekli Mary hakkında düşünüyor. 
 
- sürekli
- continual, continuous, constant, permanent, perpetual, incessant; ceaselessly, without cease, all the time 
- sürekli
- running 
- sürekli
- continuously We are continuously losing blood. -Sürekli kan kaybediyoruz. 
 The north wind blew continuously all day. -Kuzey rüzgarı bütün gün sürekli esti. 
 
- sürekli
- nonstop Lindbergh's solo nonstop transatlantic flight was a remarkable accomplishment. -Lindbergh'in tek başına sürekli transatlantik uçuşu kayda değer bir başarıydı. 
 
- sürekli
- continual He became bad-tempered, continually criticized his wife's cooking and complained of a pain in his stomach. -O kötü huylu oldu, sürekli karısının yemeklerini eleştirdi ve midesindeki bir ağrıdan şikâyet etti. 
 The continual noise deafened us. -Sürekli gürültü bizi sağır etti. 
 
- sürekli
- enduring 
- sürekli
- sustained Perpetual devotion to what a man calls his business, is only to be sustained by perpetual neglect of many other things. -kendi işini sürekli fedakarlık olarak tanımlayan biri, sadece diğer bir çok şeyi ihmal ederek sürdürülebilir. 
 
- sürekli
- assiduous 
- sürekli
- persistent You're persistent, aren't you? -Sen süreklisin, değil mi? 
 
- sürekli
- standing 
- sürekli
- all day long 
- sürekli
- everlastingly 
- sürekli
- imprescriptible 
- sürekli
- perennial 
- sürekli müşteri
- patron 
- sürekli olarak
- perpetually 
- sürekli olarak
- continually If the universe is full of stars, why doesn't their light continually light up the entire sky? -Eğer evren yıldızlarla doluysa, neden onların ışığı sürekli olarak tüm evreni aydınlatmıyor? 
 She complained continually that there was no money left. -O sürekli olarak para kalmadığından şikayet ediyordu. 
 
- -den beri sürekli olarak
- ever since 
- sürekli
- continuum 
- sürekli
- unceasing 
- sürekli
- everlasting 
- sürekli
- on 
- sürekli
- substantive 
- sürekli
- uninterrupted 
- sürekli
-  (Askeri) dwell at/on
- sürekli
- without cease 
- sürekli
- unrelenting 
- sürekli
- invariable 
- sürekli
- persistently 
- sürekli
- unrelieved 
- sürekli
- unremitting 
- sürekli
- regularly Did you know that men who regularly take the birth control pill don't get pregnant? -Sürekli olarak doğum kontrol hapı alan insanların hamile kalmayacaklarını biliyor muydunuz? 
 When I was at school, we were caned regularly. Nowadays, it's illegal in many schools for a teacher to hit a student. -Ben okuldayken, sürekli dövülürdük. Bugünlerde, birçok okulda bir öğretmenin bir öğrenciye vurması yasadışıdır. 
 
- sürekli
- non stop 
- sürekli
- discontinuously 
- sürekli
- lastingly 
- sürekli
-  (deyim) for good and all
- sürekli
-  (Ticaret) runner
- sürekli
-  (Ticaret) currently
- sürekli
- sering 
- sürekli
- day after day It rained day after day. -Sürekli yağmur yağdı. 
 
- sürekli
-  (Dilbilim) progressive
- sürekli
- on and on The teacher talked on and on. -Öğretmen sürekli konuştu. 
 
- sürekli
- unbroken In nostalgic moments we may tend to think of childhood as a time of almost unbroken happiness. -Nostaljik anlarda biz neredeyse sürekli olarak çocukluğu düşünme eğiliminde olabiliriz. 
 
- sürekli
- durative 
- sürekli
- stable 
- sürekli
-  (Ticaret) prolonged
- sürekli
- non-stop I've been listening to this song non-stop since this morning. -Bu şarkıyı bu sabahtan beri sürekli dinliyorum. 
 
- sürekli
-  (Ticaret) regular He's a regular at the bars and pubs around here. -Bu civardaki barlara ve birahanelere sürekli takılır. 
 When I was at school, we were caned regularly. Nowadays, it's illegal in many schools for a teacher to hit a student. -Ben okuldayken, sürekli dövülürdük. Bugünlerde, birçok okulda bir öğretmenin bir öğrenciye vurması yasadışıdır. 
 
- sürekli
- settled 
- sürekli
- unabating 
- sürekli
- continued When a word is borrowed from another language, it frequently begins by having the same meaning; but with continued use in both languages, the now separate words may accrete disparate connotations. -Bir kelime başka dilden ödünç alındığı zaman, sık sık aynı anlama sahip olarak başlar; ancak her iki dilde de sürekli kullanımı ile, şimdi ayrı kelimeler farklı çağrışımları artırabilir. 
 We appreciate your continued support. -Sürekli desteğinize minnettarız. 
 
- sürekli adres
- permanent address 
- sürekli akım
- continuous flow 
- sürekli bakış
- gaze 
- sürekli beton
-  (İnşaat) monolithic concrete
- sürekli devrim
- permanent revolution 
- sürekli durum
- steady state 
- sürekli döküm
-  (Mekanik) continuous casting
- sürekli evren
-  (Bilgisayar,Teknik) continuous population
- sürekli evrim
-  (Bilgisayar,Biyoloji) open ended evolution
- sürekli eylem
-  (Bilgisayar) continuous action
- sürekli eğitim
- continuing training 
- sürekli form
-  (Bilgisayar) tractor feed
- sürekli form
-  (Bilgisayar) continuous forms
- sürekli izge
-  (Bilgisayar,Fizik) continuous spectrum
- sürekli izleme
- continuous monitoring 
- sürekli iş
- permanent job 
- sürekli kesir
- continued fraction 
- sürekli kültür
- continuous culture 
- sürekli kılmak
- perpetuate 
- sürekli okuma
-  (Bilgisayar) continuous play
- sürekli olarak
- on and on 
- sürekli olarak
- all the time 
- sürekli olarak
- abidingly 
- sürekli ortam
- continuum 
- sürekli pazar
-  (Ticaret) continuous market
- sürekli salım
-  (Tıp) sustained release
- sürekli salım
-  (Tıp) continuous-release
- sürekli yayın
- periodical 
- sürekli yük
- permanent load 
- sürekli çalma
-  (Bilgisayar) continuous play
- sürekli
-  (Dilbilim) continuant
- sürekli olarak
- constantly His mother is constantly complaining about it. -Annesi sürekli olarak bundan şikâyet ediyor. 
 He was constantly borrowing money from me. -O, benden sürekli olarak ödünç para alıyordu. 
 
- sürekli ünsüz
- continuant 
- daimi / sürekli nitelik
-  (Hukuk) inclusive nature
- doğal kaynaklar üzerinde sürekli egemenlik ilkesi
-  (Hukuk) permanent sovereignty over natural resources
- hücre metabolizmasında sürekli değişme
- engram 
- kutuplarda sürekli donmuş toprak
- permafrost 
- muharip komutan; komutan; sürekli veri kaydı
-  (Askeri) combatant commander; commander; continuous data recording
- sigara kullanma (sürekli)
- regular smoking 
- sürekli
- incessant A bird is incessantly singing in my balcony. -Bir kuş sürekli olarak balkonumda ötüyor. 
 This incessant noise drives me mad. -Bu sürekli gürültü beni deli ediyor. 
 
- sürekli acı var
- It hurts constantly 
- sürekli akım
- continuous current 
- sürekli akış
- continuous flow 
- sürekli ateş
-  (Askeri) continuous fire
- sürekli ateş
- drumfire 
- sürekli ateş etmek
- blaze away 
- sürekli benzetim
- continuous simulation 
- sürekli bir denetimin sağlanması
-  (Hukuk) to carry out continuous monitoring
- sürekli biçimde
- permanently 
- sürekli borç
-  (Ticaret) perpetual loan
- sürekli boya
- permanent tint 
- sürekli bütçe
-  (Ticaret) perpetual budget
- sürekli bütçe
-  (Ticaret) continuous budget
- sürekli dalga
- periodical wave 
- sürekli dalga
- continuous wave 
- sürekli dalga
- continuos wave 
- sürekli denetim
- continuous control 
- sürekli değişen
- kaleidoscopic 
- sürekli değişen manzara
- kaleidoscope 
- sürekli değişmeler
- chops and changes 
- sürekli difüzyon
- continuous diffusion 
- sürekli diplomasi temsilcileri
-  (Hukuk) permanent diplomatic agents
- sürekli don
-  (Jeoloji,Teknik) permafrost
- sürekli endişe
- obsession 
- sürekli esnek
- permanently elastic 
- sürekli eğme
- continuous arch 
- sürekli fonksiyon
- continuous function 
- sürekli form
- continuous form 
- sürekli fırın
- continuous furnace 
- sürekli giymek
- have in constant wear 
- sürekli gözlemci
-  (Hukuk) permanent observer
- sürekli gözlemci temsilciliği
-  (Hukuk) permanent mission of observation
- sürekli güç
- continuous power 
- sürekli hadde
- continuous mill 
- sürekli hak
-  (Ticaret) imprescriptible right
- sürekli hasar
- permanent damage 
- sürekli hata
- permanent error 
- sürekli hesaplanan darbe noktası
-  (Askeri) continuously computed impact point
- sürekli hız
-  (Denizbilim) prolonged speed
- sürekli istasyon değişimi; kişisel muhabere sistemi; esas kontrol gemisi; tali i
-  (Askeri) permanent change of station; personal communications system; primary control ship; processing subsystem; processor controlled strapping
- sürekli istihbarat ihtiyacı
-  (Askeri) continuing intelligence requirement
- sürekli içmek
-  (Konuşma Dili) like one's bottle
- sürekli iş
- permanent situation 
- sürekli iş değiştiren kimse
- floater 
- sürekli işlem
- continuous processing 
- sürekli işlev
- continuous function 
- sürekli karla kaplı alan
- snowfield 
- sürekli karlı
- nival 
- sürekli kendinden söz eden
- egotistical 
- sürekli kendinden söz eden kimse
- egotist 
- sürekli kiriş
-  (İnşaat,Teknik) continuous girder
- sürekli kiriş
- continuous beam 
- sürekli kiriş
- beam continuous 
- sürekli kontrol
- continuous control 
- sürekli kontrol altında
- in leading strings 
- sürekli kontrol altında
- in leading reins 
- sürekli konuş
- rabbit on 
- sürekli kâğıt
- continuous form 
- sürekli küme
-  (Matematik,Teknik) continuous set
- sürekli makas
- continuous truss 
- sürekli modu
-  (Bilgisayar) permanent mode
- sürekli mıknatıs
- permanent magnet 
- sürekli ocak
- continuous furnace 
- sürekli olarak
- on 
- sürekli olarak
- continuously, continually, all the time 
- sürekli olarak
- incessantly A bird is incessantly singing in my balcony. -Bir kuş sürekli olarak balkonumda ötüyor. 
 
- sürekli olarak
- continuously People are changing continuously. -İnsanlar sürekli olarak değişiyorlar. 
 In swimming pools, water is continuously pumped through a filter. -Yüzme havuzlarında, su sürekli olarak filtrelerden pompalanır. 
 
- sürekli olarak
- evermore 
- sürekli olarak
- invariably 
- sürekli olarak
- in ordinary 
- sürekli otlak
-  (Tarım) permanent pasture
- sürekli oturma yeri
-  (Hukuk) habitual residence
- sürekli oyun
-  (Bilgisayar) continuous kernel game
- sürekli plak
- continuous slab 
- sürekli rahatsız eden
- shrill 
- sürekli rahatsız eden
- besetting 
- sürekli simülasyon
- continuous simulation 
- sürekli sömel
- long strip footing 
- sürekli süzme
- permanent filtration 
- sürekli tarafsız devlet
-  (Hukuk) permanently neutral state
- sürekli tarafsızlaştırılmış devlet
-  (Hukuk) permanently neutralized state
- sürekli tavlama
- continuous annealing 
- sürekli tayf
- continuous-x-ray spectrum 
- sürekli temel
-  (İnşaat) wall footing
- sürekli temel
-  (İnşaat,Teknik) continuous footing
- sürekli temel
-  (İnşaat) strip foundation
- sürekli temsilci
-  (Hukuk) permanent representative
- sürekli temsilcilik
-  (Hukuk) permanent mission
- sürekli tuvaleti gelme
- tenesmus 
- sürekli yap
-  (Bilgisayar) make permanent
- sürekli yağış
-  (Tarım) continuous rainfall
- sürekli yük
- continuous load 
- sürekli çarpım
- continued multiplication 
- sürekli çiçek açma
- everbloom 
- sürekli örnek
-  (Tıp) continuous sample
- sürekli ünsüz
- phonetics continuant 
- sürekli üyeler
-  (Hukuk) permanent members
- sürekli şey
- permanency 
- yarı sürekli
- semi-permanent