kesin!

listen to the pronunciation of kesin!
Turkish - English
(deyim) i'll be bound!
{s} exact

The exact temperature is 22.68 degrees Celsius. - Kesin sıcaklık 22.68 derece Celsiustur.

Life is not an exact science, it is an art. - Hayat kesin bir bilim değildir, bir sanattır.

precise

That's precisely why I need to meet Tom. - Tom'la tanışmak istememin nedeni kesinlikle bu.

Precisely speaking, I need six hours to at least think straight. Additionally, I need seven hours to be happy. - Kesin olarak konuşursam, sağlıklı düşünmek için en az altı saate ihtiyacım var. Ayrıca mutlu olmak için yedi saate ihtiyacım var.

certain

Prime Minister Koizumi is certainly not a cold-blooded man. - Başbakan Koizumi kesinlikle soğukkanlı bir insan değildir.

He is certainly not without courage. - O, kesinlikle cesaretsiz değildir.

{s} accurate

He made an accurate report of the incident. - Olayla ilgili kesin bir rapor hazırladı.

He needs to make an accurate report of the case. - Onun davanın kesin bir raporunu hazırlaması gerekiyor.

{s} final

That budget isn't yet final. - O bütçe henüz kesinleşmiş değil.

Plans haven't yet been finalized. - Planlar henüz kesinleşmiş değil.

absolute

The rumor proved to be an absolute lie. - Söylentinin kesin bir yalan olduğunu kanıtlandı.

It is absolutely impossible to do so. - Öyle yapmak kesinlikle imkansızdır.

definitive

The definitive answer is no. - Kesin cevap hayırdır.

{s} frozen
{s} rigorous
assertive
firm

I'm firmly opposed to this. - Ben buna kesin bir biçimde karşıyım.

Jefferson believed firmly in the value of education. - Jefferson eğitimin değerine kesin olarak inanıyordu.

sure

Esperanto is surely an enormous waste of time! - Esperanto kesinlikle çok büyük bir zaman kaybı!

It's great! You'll laugh for sure. - O harika! Kesinlikle güleceksiniz.

definite

It will be four years before the definite result of beef liberalization emerges. - Sığır serbestleştirilmesinin kesin sonucu ortaya çıkmadan önce dört yıl olacak.

Tom should definitely go visit Mary next weekend. - Tom bir sonraki hafta sonu kesinlikle Mary'yi ziyarete gitmeli.

{s} declared
{s} determined
specific
irreversible
sure to

Your plan is sure to succeed. - Senin planın başarılı olacağı kesin.

The day is sure to come when your dream will come true. - Hayalinin gerçekleşeceği gün kesin gelecek.

utter
precision

Precision in measurement is important. - Ölçümde kesinlik önemlidir.

Sami fired and shot the intruder with precision. - Sami ateş etti ve izinsiz giren kişiyi kesin bir şekilde vurdu.

pronounced
slipt
pointed
uncompromising
unambiguous
(Argo) in the bag
incontrovertible
categorial
out of question
for sure

Tom can't say for sure how many times Mary has been to Boston. - Tom Mary'nin kaç kez Boston'da bulunduğunu kesin olarak söyleyemez.

He said he would give us his decision for sure by Friday. - O, Cumaya kadar kesin olarak bize kararını bildireceğini söyledi.

bound

Such a plan is bound to fail. - Öylesine bir plan kesin başarısız olacaktır.

Jack is bound to succeed this time. - Jack bu sefer kesin başaracak.

clean-cut
(Kanun) mandatory
point-blank
truthful
(Konuşma Dili) hard and fast
unquestionable
undeniable
immutable
matriculation
affirmative
unquestioned
category
concrete
unequivocal
as sure as i'm sitting here
indisputable
doubtless
short and to the point
spot-on
explicit
strict

This is strictly between us. - Bu kesinlikle aramızdadır.

Smoking is strictly forbidden here. - Burada sigara içmek kesinlikle yasaktır.

dernier
implicit
clear-cut
express
indubitable
safe

There is definetly a safe route! - Kesinlikle güvenli bir rota var!

Tom was perfectly safe. - Tom kesinlikle güvendeydi.

decisive
conclusive

The evidence is fairly conclusive. - Kanıtlar oldukça kesin.

flat

He rejected our demand flatly. - Talebimizi kesin bir şekilde reddetti.

His secretary flatly denied leaking any confidential information. - Onun sekreteri, gizli bilgiyi sızdırmayı kesinlikle reddetti.

hard-and-fast
tangible
unalterable
crucial
unerring
{i} deciding
direct

Tom certainly doesn't have a very good sense of direction. - Tom'un kesinlikle çok iyi bir yön duyusu yok.

secure
Turkish - Turkish
Şüphe ve duraksamaya yer bırakmayan veya geri dönülmeyen, değişmez, kati, maktu: "Sevmem kesin sözleri, bir kesin söz duydum mu, tersine söylemek gelir içimden."- N. Ataç
kat'i
kati
Şüphe ve duraksamaya yer bırakmayan veya geri dönülmeyen, değişmez, kat'î, maktu
(Osmanlı Dönemi) katî