Bu şimdiye kadar gördüğüm en güzel resim.
- This is the finest picture I have ever seen.
Lee en güzel elbisesini giymişti.
- Lee was dressed in his finest clothing.
Bence hoş görünüyorsun.
- I think you look fine.
Sanat üzerine kitapları olan hoş bir kütüphanesi var.
- He has a fine library of books on art.
Dahilik ve delilik arasında ince bir sınır vardır.
- There's a fine line between genius and insanity.
O gömleği deneyin; ince pamuktan yapılmıştır.
- Try on that shirt. It's made of fine cotton.
İyiyim, teşekkürler. Ya siz?
- Fine, thank you. And you?
“İyi misin?” “Ben iyiyim!”
- Are you OK? I'm fine!
Okulda güzel sanatlar okuyor.
- She is studying fine art at school.
Adanın güzel bir limanı var.
- The island has a fine harbor.
Mahkeme ona para cezasını ödemesini emretti.
- The court ordered her to pay the fine.
Bir dolar para cezasına çarptırıldım.
- I was fined a dollar.
Şimdi her şeyin yolunda olduğuna inanıyorum.
- I believe everything is fine now.
Sanırım her şey yolunda.
- I think everything's fine.
Onun bir tepenin üzerinde yer alan evinin güzel bir manzarası var.
- Situated on a hill, his house commands a fine view.
Dağın zirvesinden güzel bir deniz manzarası alabilirsin.
- You can get a fine view of the sea from the mountaintop.
Cümlede bir sıkıntı göremedim.
- The sentence seems fine to me.
Rahatla, iyi gidiyorsun.
- Relax, you're doing fine.
Sağlıklı bir merak, aslında güzel bir şeydir.
- A healthy curiosity is truly a fine thing.
Güzel sağlıklı bir bebek doğurdu.
- She gave birth to a fine healthy baby.
Bayırturpunu soy ve ince ince doğra.
- Peel and finely chop the horseradish.
Öyle güzel bir gündü ki çok iyi eğlendik.
- It was such a fine day that we had a very good time.
Tom çok iyi bir müzisyen.
- Tom is a very fine musician.
O, orada ne olduğu ile ilgili güzel bir açıklama yazdı.
- He wrote a fine description of what happened there.
Ken hızdan dolayı 7.000 yen para cezasına çarptırıldı.
- Ken was fined 7,000 yen for speeding.
Tom'un cezayı ödemekten başka hiçbir seçeneği yoktu.
- Tom had no choice but to pay the fine.
Bu kahveyi çok ince öğüt.
- Grind this coffee very fine.
Ben iyiyim. Sadece küçük bir kesik.
- I'm fine. It's just a little cut.
Umarım bu güzel hava hafta sonuna kadar sürer.
- I hope this fine weather lasts till the weekend.
Bu öğleden sonra hava güzel olacak.
- It's going to be fine this afternoon.
Mükemmel iyi hissediyorum.
- I feel perfectly fine.
Use the finest sandpaper available.
Fifty of New York's finest were on hand for security.
He refilled his glass. ‘The fine is very good,’ he said.