Bayırturpunu soy ve ince ince doğra.
 - Peel and finely chop the horseradish.
Bayırturpunu soy ve ince ince doğra.
 - Peel and finely chop the horseradish.
O, ince yontulmuş özelliklere sahip bir kızdı.
 - She was a girl with finely chiseled features.
Sanat üzerine kitapları olan hoş bir kütüphanesi var.
 - He has a fine library of books on art.
Tom onun için hava hoş olduğunu söyledi.
 - Tom said that's fine with him.
Kabul edilebilirler ve edilemezler arasında ince bir çizgi vardır.
 - There's a fine line between what's acceptable and what's not.
O gömleği deneyin; ince pamuktan yapılmıştır.
 - Try on that shirt. It's made of fine cotton.
Ben, havanın iyi olacağını düşünüyorum.
 - I think it will be fine.
“İyi misin?” “Ben iyiyim!”
 - Are you OK? I'm fine!
O, oyun için güzel bir önsöz yazdı.
 - He wrote a fine preface to the play.
Çaba güzel sonuçlar üretir.
 - Effort produces fine results.
Bir dolar para cezasına çarptırıldım.
 - I was fined a dollar.
Tom 300 dolar para cezası ödedi.
 - Tom paid a $300 fine.
Sanırım her şey yolunda.
 - I think everything's fine.
Onlar Pandora'nın kutusunu açana kadar her şey yolunda.
 - Everything is fine until they open Pandora's box.
Dağın zirvesinden güzel bir deniz manzarası alabilirsin.
 - You can get a fine view of the sea from the mountaintop.
Ona o paranın satın alabileceği en iyi eğitim verildi.
 - He was given the finest education that money could buy.
Cümlede bir sıkıntı göremedim.
 - The sentence seems fine to me.
Rahatla, iyi gidiyorsun.
 - Relax, you're doing fine.
Sağlıklı bir merak, aslında güzel bir şeydir.
 - A healthy curiosity is truly a fine thing.
Güzel sağlıklı bir bebek doğurdu.
 - She gave birth to a fine healthy baby.
Bayırturpunu soy ve ince ince doğra.
 - Peel and finely chop the horseradish.
O çok iyi bir müzisyendir.
 - He's a very fine musician.
Öyle güzel bir gündü ki çok iyi eğlendik.
 - It was such a fine day that we had a very good time.
O, orada ne olduğu ile ilgili güzel bir açıklama yazdı.
 - He wrote a fine description of what happened there.
Tom yaya geçidinden geçmediği için ceza ödemek zorunda kaldı.
 - Tom had to pay a fine for jaywalking.
Tom'un cezayı ödemekten başka hiçbir seçeneği yoktu.
 - Tom had no choice but to pay the fine.
Bu kahveyi çok ince öğüt.
 - Grind this coffee very fine.
Ben iyiyim. Sadece küçük bir kesik.
 - I'm fine. It's just a little cut.
Bu öğleden sonra hava güzel olacak.
 - It's going to be fine this afternoon.
Umarım bu güzel hava hafta sonuna kadar sürer.
 - I hope this fine weather lasts till the weekend.
Mükemmel iyi hissediyorum.
 - I feel perfectly fine.
He refilled his glass. ‘The fine is very good,’ he said.