financial means; a means of maintaining life; livelihood

listen to the pronunciation of financial means; a means of maintaining life; livelihood
English - Turkish

Definition of financial means; a means of maintaining life; livelihood in English Turkish dictionary

living
{s} canlı

O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da. - It's a living being, so of course it shits.

İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak. - So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.

living
living wage geçindirebilecek maaş
living
yaşayarak

Tom yıllarını Boston sokaklarda yaşayarak geçirdi. - Tom spent years living on the streets of Boston.

Ölüm hiçbir şeydir. Onun yerine yaşayarak başla - sadece daha zor değil fakat aynı zamanda daha uzundur. - Dying's nothing. Start instead by living - not only is it harder, but it's longer as well.

living
dirimli
living
(Ticaret) maişet
living
yaşayan

Tímea, Polonya'da yaşayan bir Macardır. - Tímea is a Hungarian living in Poland.

Yaşayan hiçbir şey havasız yaşayamazdı. - No living thing could live without air.

living
geçinme

Tom Mary'nin geçinmek için ne yaptığını bilmiyor. - Tom doesn't know what Mary does for a living.

Tom'un geçinmek için ne yaptığını biliyor musun? - Do you know what Tom does for a living?

living
sağ

Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı. - The poor girl made a living by selling flowers.

Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor. - He makes a living as a salesman.

living
{s} yaşayanlara özgü
living
tıpkı
living
{i} hayat

Ölüm yaşamın zıttı değildir: biz ölümümüzü ölürken geçirmezken hayatımızı yaşarken geçiririz. - Dying is not the opposite of living: we spend our life living while we don't spend our death dying.

Tom hayatı yaşamaya değmezmiş gibi düşünüyor. - Tom started to feel like his life wasn't worth living.

living
kuvvetli
living
{i} yaşam

Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi. - I think that our living together has influenced your habits.

Sizinle yaşamayı seviyorum. - I love living with you.

living
{i} geçim yolu
living
{i} geçim

Tom geçimini neyle sağlar? - What does Tom do for a living?

Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir. - Tom drives a truck for a living.

living
{i} yaşam tarzı

Yeni yaşam tarzına alıştı. - He got accustomed to the new way of living.

Ben laik bir yaşam tarzı yaşıyorum. - I'm living a secular lifestyle.

living
{s} güncel
living
canlandırıcı
English - English
living

What do you do for a living?.