fâkat

listen to the pronunciation of fâkat
Turkish - English
but

In theory, there is no difference between theory and practice. But, in practice, there is. - Teoride, teori ve pratik arasında hiçbir fark yoktur. Fakat pratikte, var.

Life never ends but earthly life does. - Hayat hiç bitmez fakat dünyadaki hayat biter.

if
but, however, yet
only

Tom wanted to help Mary rake the leaves, but she was using the only rake. - Tom Mary'ye yaprakları tırmıkla toplaması için yardım etmek istedi fakat o tek tırmığı kullanıyordu.

Tom speaks several languages fluently, but for his job, he only translates into his native language. - Tom birkaç dili akıcı olarak konuşur fakat onun işi gereği, o sadece kendi ana diline çeviri yapar.

though

I know you think you understood what you thought I said, but I'm not sure you realized that what you heard is not what I meant. - Ne söylediğimi sandığını anladığını düşündüğünü biliyorum fakat duyduğunun benim demek istediğimin olmadığını anladığından emin değilim.

I thought we had eaten everything in the house, but I found another box of crackers. - Evdeki her şeyi yediğimizi düşünmüştüm, fakat bir kutu kraker daha buldum.

except that
yet

I'm not sure yet, but I think I'll become a teacher. - Henüz emin değilim fakat sanırım bir öğretmen olacağım.

Tom isn't here yet, but we expect him soon. - Tom henüz burada değil fakat yakında onu bekliyoruz.

but; yet; however
albeit
except

I would buy this watch, except it's too expensive. - Bu saati satın alırdım fakat çok pahalı.

fakat aynı zamanda
but at the same time
ben ingilizce anlayabilirim fakat konuşamam
i can understand English but can not speak
eksik fakat anlaşılır tümce kullanma
ellipse
eksik fakat anlaşılır tümce kullanma
ellipsis
güzel fakat değersiz şey
bauble
Turkish - Turkish
(Osmanlı Dönemi) ("Fa" ile "kat" dan müteşekkil) Hemen, yalnız, ancak, yeter, bes, gerçi, her ne kadar, lâkin, amm
Yalnız, ancak, ama, lâkin
Ama

Ama Chuck, sana ve arkadaşlarına inanmıyorum! - Fakat ben sana inanmıyorum Chuck ve de senin arkadaşlarına!

Yalnız, ancak, ama, lakin: "Ellilik, kır saçlı, fakat dinç, okkalı bir adam bağırdı."- S. F. Abasıyanık
(Osmanlı Dönemi) yoksulluk, fakirlik