büyük!

listen to the pronunciation of büyük!
Turkish - English
large

After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop. - Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.

These dresses are too large. - Bu elbiseler çok büyük.

grand

It's been a long time since I visited my grandmother. - Büyükannemi ziyaret edeli uzun zaman oldu.

It was my grandfather that told me that story. - O hikayeyi bana anlatan büyükbabamdı.

major

I think that it likely that there was a major fault in the lookout. - Gözetlemede muhtemelen büyük bir hata olduğunu zannediyorum.

What are the four major golf tournaments comparable to the ones in tennis? - Tenislerdekilerle karşılaştırılabilen dört büyük golf turnuvası hangileridir.

great

I had great difficulty in finding my ticket at the station. - İstasyonda biletimi bulurken büyük zorluk yaşadım.

India was governed by Great Britain for many years. - Hindistan uzun yıllar boyunca Büyük Britanya tarafından yönetildi.

big

Tokyo is a very big city. - Tokyo çok büyük bir şehirdir.

Twitter is among the biggest enemies of Islam. - Twitter İslâm'ın en büyük düşmanları arasındadır.

long

My grandfather's life was long and happy. - Büyük babamın hayatı uzun ve mutluydu.

My grandfather lived a long life. - Büyük babam uzun bir hayat yaşadı.

huge

The huge building seemed to touch the sky. - Büyük bina gökyüzüne dokunacak gibi görünüyordu.

He lives in a huge house. - O, büyük bir evde yaşıyor.

wide

There is a wide gap in the opinions between the two students. - İki öğrenci arasında fikirlerde büyük bir uçurum vardır.

capital

Write only your family name in capitals. - Sadece soyadınızı büyük harflerle yazın.

Sentences begin with a capital letter. - Cümleler büyük harfle başlar.

{s} exalted
{s} mighty
high

A big title does not necessarily mean a high position. - Büyük bir unvan mutlaka yüksek bir görev anlamına gelmez.

We have given your order highest priority. - Siparişinize en büyük önceliği verdik.

{s} handsome

He was big and handsome. - O, büyük ve yakışıklıydı.

large scale

He gave a party on a large scale. - O büyük ölçekte bir parti verdi.

It is hoped that this new policy will create jobs on a large scale. - Bu yeni politikanın büyük ölçekli işler yaratacağı umuluyor.

{s} older

He looks older than my brother. - O benim erkek kardeşimden daha büyük görünüyor.

He's three years older than I am. - O benden üç yaş daha büyük.

expansive
voluminous
eldest

Suddenly the eldest daughter spoke up, saying, I want candy. - En büyük kız şeker istiyorum diyerek birdenbire konuştu.

Fatima is the eldest student in our class. - Fatma sınıfımızdaki en büyük öğrencidir.

bigger

Tokyo is bigger than Rome. - Tokyo Roma'dan daha büyüktür.

Beijing is bigger than Rome. - Pekin, Roma'dan daha büyüktür.

ambitious

My father was an ambitious man and would drink massive amounts of coffee. - Babam hırslı bir adamdı ve büyük miktarda kahve içerdi.

ranch

Layla was the owner of the largest ranch in the area. - Leyla bölgedeki en büyük çiftliğin sahibiydi.

Tom is the owner of the largest ranch in the area. - Tom, bölgedeki en büyük çiftliğin sahibidir.

oldest

My grandmother is the oldest in this town. - Büyükannem bu kasabada en yaşlıdır.

She is not my mother but my oldest sister. - O benim annem değil fakat en büyük ablamdır.

hamper
{i} senior
outsize
colossal
singular
stupendous
towering
signal

Tom's grandfather was a signal officer in the army. - Tom'un büyükbabası orduda bir muhabere subayıydı.

gross

You must be more careful to avoid making a gross mistake. - Büyük bir hata yapmaktan kaçınmak için daha dikkatli olmalısın.

profound
(Tıp) hypertrophic
burning
(Bilgisayar) more

My impression of this government is that they need a more forceful economic policy, otherwise they'll encounter large problems in the future. - Benim bu hükümet hakkındaki izlenimim onların daha güçlü bir ekonomik politikaya ihtiyaçları olduğu, aksi takdirde gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacaklarıdır.

My grandmother can ride a motorcycle, and what's more, a bicycle. - Büyükannem bir motosiklet sürebilir, ve dahası bir bisikleti de.

sumptuous
widely
legend
sizable

Tom won a sizable amount of money. - Tom oldukça büyük bir miktarda para kazandı.

edifice
substantial

The stability of Chinese economy is substantially overestimated. - Çin ekonomisinin istikrarı büyük ölçüde abartılmıştır.

tremendous

The earthquake created a tremendous sea wave. - Deprem büyük bir deniz dalgası yarattı.

Tom is taking a tremendous chance. - Tom çok büyük bir risk alıyor.

ample
considerable

Tom's experience attracted considerable attention. - Tom'un deneyimi büyük ilgi gördü.

The earthquake caused considerable damage. - Deprem, büyük ölçüde hasara yol açtı.

bulky

These presents are really bulky. - Bu hediyeler gerçekten büyük.

This box is too bulky to carry. - Bu kutu taşımak için çok fazla büyüktür.

redoubtable
{s} precious
massive

A massive earthquake of magnitude 8.8 hit the Japanese islands today. - 8.8 büyüklüğündeki büyük deprem bugün Japon adalarını vurdu.

The bad harvest caused massive food shortages. - Kötü hasat büyük gıda sıkıntısına neden oldu.

dire

The castle was in dire need of major repairs. - Kale, büyük onarımlara çok ihtiyaç duyuyordu.

prize

To my great delight, he won the first prize. - Benim için büyük sevinç, o birincilik ödülünü kazandı.

A prize was given in honor of the great scientist. - Büyük bilimci onuruna bir ödül verildi.

no end of
untold
grown-up
sizeable

He won a sizeable amount of money. - O büyük miktarda para kazandı.

{s} rousing

The concert was a rousing success. - Konser büyük bir başarıydı.

large-scale

Tatoeba is a mini-LibriVox, it just needs to be written before the large-scale reading aloud would start. - Tatoeba bir mini-LibriVox'tur. O, yüksek sesle büyük ölçekli okuma başlamadan önce sadece yazılması gerekiyor.

the older
the biggest
a great
great of
the greatest

Security is the greatest enemy. - Güvenlik en büyük düşmandır.

The Lake Van is the greatest lake of Turkey. - Van Gölü Türkiye'nin en büyük gölüdür.

greater

Our friendship is greater than our quarrels. - Dostluğumuz kavgalarımızdan büyük.

Nothing gave her greater pleasure than to watch her son growing up. - Hiçbir şey ona oğlunun büyüdüğünü görmekten daha büyük bir zevk vermedi.

the great

Eleanor though the daughter of a king and brought up in the greatest luxury determined to share misfortune with her husband. - Bir kralın kızı olarak düşünülen ve büyük lüks içinde yetiştirilen Eleanor kocasıyla bu tersliği paylaşmaya karar verdi.

Security is the greatest enemy. - Güvenlik en büyük düşmandır.

the largest
a big
(Tıp) magnus
important; grand, chief, major
healthy

Tom's grandmother looks healthy. - Tom'un büyükannesi sağlıklı görünüyor.

His grandfather is still very healthy for his age. - Büyükbabası yaşına göre hâlâ oldukça sağlıklı.

great, grand, exalted
extended
Turkish - Turkish
(Osmanlı Dönemi) REBUZ
muhteşem
Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş: "Büyüklerin yanında sesim çıkmazdı."- S. F. Abasıyanık. Önemli: "Ömrünün tek ve büyük oyunu bitmişti."- T. Buğra
Somut nesneler için boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı: "Büyük ağaçların altında, gazinoya doğru gidiyoruz."- Y. Z. Ortaç
Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş
Boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı
Çok, ortalamayı aşan
Üstün niteliği olan
Önemli
Niceliği çok olan
Soyut kavramlar için çok, ortalamayı aşan: "Büyük bir cevap sıkıntısı geçirdikten sonra itiraf etti."- P. Safa
Niceliği çok olan: "Benim büyük kalabalıklara karşı ürkekliğim vardır."- R. N. Güntekin. Üstün niteliği olan: "Molière büyük adammış, yeryüzüne gelmiş kişilerin en büyüklerinden biri."- N. Ataç
(Osmanlı Dönemi) azîme
(Osmanlı Dönemi) azıme