Yaşlılara karşı nazik olmalıyız.
- We should be kind to the aged.
Leyla ve Sami yaşlı ve kırışmıştılar.
- Layla and Sami aged up and wrinkled up.
Tom biraz yaşlanmadı.
- Tom hasn't aged one bit.
Bakım onu çabuk yaşlandırdı.
- Care aged him quickly.
Dört buçuk yaşında yüzmeyi öğrendim.
- I learned to swim aged four and a half.
O, on yedi yaşındadır.
- She is aged seventeen.
Eğer İskoçya'dan gelmiyorsa ve en az on iki yıl eskitilmediyse o zaman o, viski değildir.
- If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky.
Bilim yaş ile otomatik olarak gelmez.
- Wisdom does not automatically come with age.
Onun kız yeğeni çekici ve yaşına göre olgundur.
- His niece is attractive and mature for her age.
Biz atom çağında yaşıyoruz.
- We are living in the atomic age.
Bu bilgi çağıdır, ve bilgisayarlar günlük hayatımızda gittikçe önemli rol oynuyorlar.
- This is the age of information, and computers are playing an increasingly important role in our everyday life.
Senelerce Tom'u görmedim.
- I haven't seen Tom in ages.
Tom her zaman bir kadına yaşını asla sormamayı bir kural olarak benimser.
- Tom always makes it a rule never to ask a woman her age.
Son karşılaştığımızdan beri oldukça uzun zaman oldu.
- It's been quite ages since we last met.
Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
- All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
Nükleer enerjinin dönemi henüz bitmedi.
- The age of nuclear power is not yet over.
Henry bu mart ayında rüştünü ispatlayacak.
- Henry will come of age this March.
Bir bebek olarak dört ayak üzerinde emekler, sonra iki bacak üstünde yürümeyi öğrenir, sonunda yaşlılıkta bir değneye ihtiyacı olur.
- It crawls on all fours as a baby, then learns to walk on two legs, and finally needs a cane in old age.
O, geçen yıl yaşlılıktan öldü.
- He died last year of old age.
Bunu çok uzun zamandır yapmadım.
- I haven't done this in ages.
Çok uzun zamandır tavla oynamadım.
- I haven't played backgammon in ages.
Tom biraz yaşlanmadı.
- Tom hasn't aged one bit.
Bakım onu çabuk yaşlandırdı.
- Care aged him quickly.
Orta yaşlı adam tecavüz ile suçlandı.
- The middle aged man was charged with assault.
Tom parkta çekici orta yaşlı bir bayan gördü.
- Tom saw an attractive middle-aged lady in the park.
O, orta yaşlı şişman bir kadındır.
- She's a middle-aged fat woman.
Eğer İskoçya'dan gelmiyorsa ve en az on iki yıl eskitilmediyse o zaman o, viski değildir.
- If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky.
Yaşlanmak iyi değildir ama alternatifi daha iyi değildir.
- Ageing isn't good, but the alternative is no better.
Yaşlanmaktan kaçamazsın.
- You can't run away from age.
O reşit olmadan önce öldü.
- She died before coming of age.
Aged 18, he had no idea what would happen next.
Money's a little tight right now, let's age our bills for a week or so.
Sometimes age just shows up all by itself.
He grew fat as he aged.
Grief ages us.
One his first assignments was to age the accounts receivable.
There are three ages living in her house.
It's been a long time since we last saw each other.
- It's been quite ages since we last met.
I haven't heard that joke in a long time.
- I haven't heard that joke in ages.
... So the lowest bar is for people aged zero to four with males on the left and females ...
... So, there are policy implications for a rising aged population, we better invest in ...