Tom ve Mary düğünlerini planlamakla meşgul.
 - Tom and Mary are busy planning their wedding.
Her şeyi planlamak zorundayım.
 - I have to plan everything.
Plan yapmak için başarısız oluyorsan, başarısız olmak için planlıyorsun.
 - If you fail to plan, you plan to fail.
Daha iyi bir plan yapmak zorundayız.
 - We've got to have a better plan.
Yeni plan hakkında seninle aynı düşüncede değilim.
 - I can't agree with you with regard to the new plan.
Asgari ücreti artırmayı tasarladıkları doğru mu?
 - Is it true they're planning to raise the minimum wage?
Tüm Amerikan işçilerinin yaklaşık yarısının iş yeri emeklilik tasarruf planına girişleri yok.
 - About half of all American workers do not have access to workplace retirement savings plan.
Tom Boston'a bir yolculuk için planlar yaptı.
 - Tom has made plans for a trip to Boston.
Biz onun yeni bir yol yapma planına karşı çıktık.
 - We opposed his plan to build a new road.
Tom için bir parti tertip ettim.
 - I planned a party for Tom.
Projeyi sorunsuz olarak daha ileriye götürmek için, biz planı birkaç kez revize ettik.
 - In order to progress the project smoothly, we have revised the plan several times.
Yeni projeyi üç saat tartıştıktan sonra, Andrew'un planının en iyi olduğu sonucuna vardık.
 - Having discussed the new project for three hours, we concluded that Andrew's plan was the best.