Definition of ölü in Turkish English dictionary
- dead 
Is the snake alive or dead?
 - Yılan sağ mı yoksa ölü mü?
Is the snake alive or dead?
 - Yılan diri mi yoksa ölü mü?
 - deceased 
Fadil was found deceased in his apartment.
 - Fadıl evinde ölü bulundu.
The Emperor prayed for the souls of the deceased.
 - İmparator ölülerin ruhları için dua etti.
 - corpse 
This thing is not a bear. It is the corpse of a bear.
 - Bu şey bir ayı değil. O ölü bir ayı.
 - dead; faded, withered; lifeless, inanimate; corpse, (dead) body 
 - deathly looking; lifeless, spiritless; dead, lacking in activity; feeble, weak 
 - stone dead 
The tree is rotten and stone dead, and could fall at any time.
 - Ağaç çürük ve taş ölü, ve her an düşebilir.
 - carcass 
 - slang loaded die; marked playing card 
 - corpse, body (of a person) 
 - casualty 
 - dead (person, thing) 
 - the dead 
The lion ripped the flesh from the dead giraffe.
 - Aslan ölü zürafanın etini kopardı.
Please get rid of the dead leaves.
 - Lütfen ölü yapraklardan kurtulun.
 - stiff 
She ran a marathon yesterday. She is stiff today.
 - Dün bir maraton koştu. O bugün ölü gibi.
 - body (of a dead animal) 
 - inanimate 
 - lifeless 
 - exanimate 
 - defunct 
 - late 
We all die sooner or later.
 - Hepimiz er ya da geç ölürüz.
Dr. Sadiq admitted later he had no idea what caused that death.
 - Dr. Sadık o ölüme neyin neden olduğu hakkında hiçbir fikri olmadığını daha sonra itiraf etti.
 - dull 
 -  (Tıp) death 
The accident has caused many deaths.
 - Kaza çok fazla ölüme neden oldu.
A lot of human deaths are caused by smoking cigarettes.
 - İnsan ölümlerinin çoğuna, sigara dumanı neden olmuştur.
 - stillborn 
 - died 
Tom continued giving concerts until he died.
 - Tom ölünceye kadar konserler vermeye devam etti.
She still hated him, even after he died.
 - O ondan hala nefret ediyordu, ölümünden sonra bile.
 -  (Askeri) loss 
His death was a great loss to our country.
 - Onun ölümü ülkemiz için büyük bir kayıptı.
When Aunt Mary passed away without making a will, her death was a total loss.
 - Mary teyze vasiyet yapmadan öldüğünde, onun ölümü toplam zarardı.
 - remains 
A dead deer being pecked by vultures, remains partly eaten by other animals, that sort of rotten meat is called 'carrion'.
 - Akbabalar tarafından gagalanan ölü bir geyik, diğer hayvanlar tarafından kısmen yenilmiş kalır, o tür çürümüş ete leş denir.
When only death remains, the last resort is to beg for food.
 - Sadece ölüm kaldığında, son çare yiyecek için yalvarmaktır.
 - at rest 
 - dead to 
The injured were carried to the hospital, and the dead to the church.
 - Yaralı, hastaneye ve ölü ise kiliseye kaldırıldı.
In this horror movie, it is possible for the dead to come back to life.
 - Bu korku filminde, ölü için hayata geri gelmek mümkündür.
 - the undertaker 
 - be dead 
 - ölü küllerinin saklandığı kap
 - urn 
 - ölü yakma yeri
 - crematorium 
 - ölü bölge
 -  (Bilgisayar,Teknik) neutral zone
 - ölü bölge
 -  (Askeri) dead space
 - ölü bölge
 -  (Bilgisayar,Teknik) dead band
 - ölü bölge
 -  (Gıda) dead-zone
 - ölü gibi solgun
 - ghastly 
 - ölü yük
 - static load 
 - ölü yük
 - own weight 
 - ölü yük
 - dead weight 
 - ölü yük
 - self weight 
 - ölü ayini ilahisi
 - requiem 
 - ölü açı
 - mil . dead angle 
 - ölü açı
 - dead angle 
 - ölü açımı
 - autopsy, postmortem examination, postmortem 
 - ölü bellek
 - dead storage 
 - ölü benzi
 - deathly pale facial complexion 
 - ölü bölge
 - dead zone 
 - ölü dalga
 - (a) swell, (a) long, low wave 
 - ölü deniz
 - ground sea 
 - ölü deniz
 - (Denizcilik) swell (after a storm) 
 - ölü deniz
 - swell 
 - ölü deri
 - scurf 
 - ölü deri
 - slough 
 - ölü dil
 - (a) dead language 
 - ölü dingil
 - dead axle 
 - ölü doğmuş
 - stillborn 
 - ölü doğum
 - stillbirth 
Have you ever had a stillbirth?
 - Hiç ölü doğum yaşadın mı?
Prevention of stillbirth is very difficult, as many causes of stillbirth remain either unknown or untreatable.
 - Ölü doğumun birçok nedenleri bilinmeyen ya da tedavi edilemez olarak kalırken, ölü doğumun önlenmesi çok zordur.
 - ölü fiyatına
 - very cheap 
 - ölü gibi
 - death pale 
 - ölü gibi
 - deadly 
 - ölü gibi as still as
 - a corpse 
 - ölü gibi ağır şey
 - dead weight 
 - ölü gibi bir halde
 - deadly 
 - ölü gibi uyumak
 - sleep like a dormouse 
 - ölü göz
 - dead cell 
 - ölü gözü gibi very dull, pale, weak
 - (light) 
 - ölü hat
 - dead line 
 - ölü ile ilgili yazı
 - necrology 
 - ölü kaldırıcı
 - undertaker 
 - ölü katılığı
 - rigor mortis 
 - ölü kemiklerinin koyulduğu yer
 - ossuary 
 - ölü kemiklerinin koyulduğu yer
 - charnel house 
 - ölü kent
 - ghost town 
 - ölü küllerini saklama kavanozu
 - mortuary urn 
 - ölü mevsim dead season
 - (the months when a business' trade is slack) 
 - ölü mil
 - pivot shaft 
 - ölü nokta
 - dead center 
 - ölü nokta
 - dead centre 
 - ölü nokta
 - dead point 
 - ölü numarası yapmak
 - lie doggo 
 - ölü oda
 - dead room 
 - ölü sayısı
 - body count 
 - ölü sayısı
 - casualties 
 - ölü sermaye
 - unapplied funds 
 - ölü sermaye
 - unproductive capital 
 - ölü sermaye
 - dormant capital 
 - ölü sezon
 - slack season, off season 
 - ölü sezon
 - off-season 
 - ölü tel
 - dead wire 
 - ölü yakma
 - cremation 
 - ölü yakma
 - incineration 
 - ölü yakma fırını
 - cinerator 
 - ölü yakmak
 - cremate 
 - ölü yakılan odun yığını
 - pyre 
 - ölü yakılan odun yığını
 - funeral pyre 
 - ölü zaman
 - dead 
 - ölü zaman
 - dead time 
 - ölü örtü bot
 - forest floor 
 - ölü gibi
 -  (deyim) dead beat
 - ölü gibi
 - cadaverous 
 - ölü gibi
 - dead and alive 
 - ölü gibi
 - deadpan 
 - ölü gibi
 - deathlike 
 - ölüler
 - the dead 
The dead did not dance. They had something better to do than that.
 - Ölüler dans etmedi. Onların ondan daha iyi yapacak bir şeyleri vardı.
The dead and wounded soon lay everywhere.
 - Ölüler ve yaralılar yakında her yerde yatıyordu.
 - alt ölü merkez
 - outer dead center 
 - alt ölü nokta
 - bottom dead center 
 - hukuken ölü sayılan kimse
 -  (Kanun) civiliter mortuus
 - taş gibi ölü
 - stone dead 
 - trafik kazalarındaki ölü sayısı
 - the toll of the road 
 - tırnak çevresindeki ölü deri
 - cuticle 
 - yakmak (ölü vb)
 - cremate 
 - yaşayan ölü
 - zombie 
 - yolda ölmüş, yerinde ölü bulunan; idare başkanı
 -  (Askeri) dead on arrival; director of administration
 - ölüler
 - the defunct 
 - üst ölü nokta
 - top dead center 
 - üst ölü nokta
 - TDC (top dead center)