Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.
- Tom spent the whole day reading in bed.
Bütün pastayı yiyecek mi?
- Will he eat the whole cake?
Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.
- You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth.
Bu pencere tüm şehre bakıyor.
- This window overlooks the whole city.
O, bir şişe sütü tamamen içti.
- He drank a whole bottle of milk.
Tamamen yeni bir dünya.
- It's a whole new world.
Bütün, parçaların toplamından daha büyüktür.
- The whole is greater than the sum of the parts.
Ailesi için sağlıklı yemekler hazırlar.
- She prepares wholesome meals for her family.
Sen gençsin. Senin önünde sağlıklı bir hayat var.
- You're young. You have your whole life ahead of you.
Gruplar ya küçük bir toplulukla ya da tüm dünya ile bir ilgi paylaşmak için iyi bir yoldur.
- Groups are a good way to share an interest with either a small community or the whole world.
Bütün toplum bu planın arkasında.
- The whole community is behind this plan.