zamansızlık

listen to the pronunciation of zamansızlık
التركية - الإنجليزية
timelessness
inopportuneness
zaman
date

I once dated a girl just like Mary. - Bir zamanlar tam Mary gibi bir kızla çıkıyordum.

When was the last time you went on a date? - En son ne zaman biriyle çıktın?

zaman
time

What are the measures of time? - Zamanın ölçüsü nedir?

Imagine that you had a time machine. - Bir zaman makinen olduğunu hayal et.

zaman
tense

It is even becoming accepted even in exam-English that that called simple future tense does not exist. - Basit gelecek zaman denilen şey İngilizce sınavında kabul edilse bile, o mevcut değildir.

I am always tense before I get on an airplane. - Uçağa binmeden önce her zaman gergin olurum.

zaman
moment

From the moment he arrived there, he kept on bothering his doctor to tell him when he would be able to go home. - Oraya vardığı andan itibaren, eve ne zaman gidebileceğini kendisine söylemesi için doktoru rahatsız etmeye devam etti.

Tom showed up at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

zaman
hour

George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours. - George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.

It took me more than two hours to translate a few pages of English. - Birkaç sayfa İngilizce çevirmek iki saatten fazla zamanımı aldı.

zaman
time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
zaman
cycle
zaman
bout
zaman
while

He always sings while having a shower. - O her zaman duş alırken şarkı söyler.

He kept smoking all the while. - O her zaman sigara içmeye devam etti.

zaman
the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
zaman
father time
zaman
mus. time, meter, rhythm
zaman
when: geldiği zaman when he came
zaman
whilst
zaman
free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
zaman
day

I read a newspaper every day so that I may keep up with the time. - Zamana ayak uydurabileyim diye her gün gazete okurum.

I want to ask them when their wedding day is. - Ben onlara düğün günlerinin ne zaman olduğunu sormak istiyorum.

zaman
geol. era
zaman
season

Tax season is a very busy time of year for accountants. - Vergi sezonu muhasebeciler için yılın en meşgul zamanıdır.

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağışlı sezon ne zaman başlar?

zaman
when

When can I swim here? - Ne zaman burada yüzebilirim?

I wish you would shut the door when you go out. - Keşke dışarı çıktığın zaman kapıyı kapatsan.

zaman
sands
zaman
reign

There was a time when kings and queens reigned over the world. - Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.

Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world. - Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.

zaman
(Bilgisayar) time-scale
zaman
occasion

He occasionally visited me. - O, zaman zaman beni ziyaret etti.

He reads detective stories on occasion. - O, zaman zaman dedektif hikayeleri okur.

zaman
age

It's been quite ages since we last met. - Son karşılaştığımızdan beri oldukça uzun zaman oldu.

Tom always makes it a rule never to ask a woman her age. - Tom her zaman bir kadına yaşını asla sormamayı bir kural olarak benimser.

zaman
epoch
zaman
(Dilbilim) temporal
zaman
period

Ten years is a really long period of time. - On yıl gerçekten uzun bir zaman aralığıdır.

The goal of the center should be to train young people from other countries within a specific time period. - Merkezin hedefi, diğer ülkelerden gelen gençleri belli bir zaman aralığında eğitmek olmalıdır.

zaman
(Bilgisayar) time card
zaman
era
zaman
space

I'm sick and tired of you always parking in my space. - Her zaman benim yerime park etmenden bıktım.

If geometry is the science of space, what is the science of time? - Geometri uzay bilimi ise, zaman bilimi nedir?

zaman
times

I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times. - Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.

In Viking times Greenland was greener than today. - Viking zamanında, Grönland bugünkünden daha yeşildi.

zaman
duration
zaman
(Tıp) chrono-
zaman
(Bilgisayar) timecard
zaman
everytime

Everytime I look at him, he smiles. - Ona ne zaman baksam gülümser.

zaman
time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
zaman
leeway
zaman
meantime
zaman
age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
zaman
(a person's) youth or prime; the time when one was engaged in a particular activity: Benim zamanımda bu işyerinin yönetim biçimi bambaşkaydı. This office was run quite differently in my time
zaman
of time

He will learn the facts in the course of time. - O zaman içerisinde gerçekleri öğrenecek.

What are the measures of time? - Zamanın ölçüsü nedir?

zaman
to time
zaman
time; age, era, epoch, period; tense; reign
zaman
year

Ten years is a long time. - On yıl uzun bir zamandır.

We had a lot of snow about this time last year. - Geçen yıl yaklaşık bu zaman çok fazla kar vardı.

الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف zamansızlık في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

zaman
Albizia saman, a large tropical tree in the pea family
zaman
large ornamental tropical American tree with bipinnate leaves and globose clusters of flowers with crimson stamens and sweet-pulp seed pods eaten by cattle
التركية - التركية
Zamansız olma durumu
ZAMAN
(Osmanlı Dönemi) Bak: Zeman
ZAMAN
(Hukuk) Bir ödemeyi veya zarar ziyanı karşılama sorumluluğunu üstlenme
Zaman
devran
Zaman
vakit

Nasıl vakit buluyor bilmiyorum. - Buna nasıl zaman ayırıyor bilmiyorum.

Şu sıralar BT sertifikasyonlarına çalışmaya çok vakit harcıyorum. - Bu aralar IT sertifikasyonlarına çalışmak için epey zaman harcıyorum.

Zaman
dem
Zaman
adar
Zaman
eyn
Zaman
(Osmanlı Dönemi) AFUR
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler
zaman
Velid Ebüzziya'nın 1934 çıkardığı gazete
zaman
Fiillerin belirttikleri geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman kavramı
zaman
Belirlenmiş olan an. Çağ, mevsim
zaman
Belirlenmiş olan an
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler: "Eski müdür zamanında hayli şımarmış olan bu miskin ve ukala herifi sepetledi."- H. Taner
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar: "Sigarasını efkârlı olduğu zamanlar yaptığı gibi sık nefeslerle çabuk çabuk içiyordu."- H. Taner
zaman
Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan geniş evrelerden her biri
zaman
Dönem, devir
zaman
Güneş ve yıldızların öğlene göre açısal uzaklığına karşılık bir ölçü
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit: "Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım."- Ö. Seyfettin
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit: "Efendiler, az söylemek çok yapmak zamanı gelmiştir."- A. İlhan
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit
zaman
Çağ, mevsim
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit
zamansızlık
المفضلات