zamanlar

listen to the pronunciation of zamanlar
التركية - الإنجليزية
(Dilbilim) tenses
plural of tense
Présent Imparfait Passé simple Passé composé Plus-que-parfait Passé antérieur Futur Futur antérieur Present Imperfect Preterite, Simple Past Present Perfect Past Perfect Past Anterior Future Future Perfect Glossary Index
The present tense includes the past and future tenses, and the future includes the present
Tense shows the time of a verb's action or being There are three inflected forms reflected by changes in the endings of verbs The present tense indicates that something is happening or being now: "She is a student She drives a new car " The simple past tense indicates that something happened in the past: "She was a student She drove a new car " And the past participle form is combined with auxiliary verbs to indicate that something happened in the past prior to another action: "She has been a student She had driven a new car "
third-person singular of tense
zaman
date

When was the last time you went on a date? - En son ne zaman biriyle çıktın?

I once dated a girl just like Mary. - Bir zamanlar tam Mary gibi bir kızla çıkıyordum.

bir zamanlar
once upon a time

Once upon a time, there was a pretty little house way out in the country. - Bir zamanlar köyün çıkışında küçük güzel bir ev varmış.

Once upon a time, there was a beautiful princess. - Bir zamanlar güzel bir prenses varmış.

zaman
time

Some read books just to pass time. - Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.

Imagine that you had a time machine. - Bir zaman makinen olduğunu hayal et.

zaman
tense

Tom says that he always feels tense when Mary is in the room. - Mary odada iken, Tom her zaman gergin hissettiğini söylüyor.

Which endings does this verb have in the present tense? - Bu fiil geniş zamanda hangi takıları alır?

zaman
moment

Please drop in at my house when you have a moment. - Lütfen zamanın olduğunda evime uğra.

Tom showed up at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

eski zamanlar
old

Let's talk about old times. - Eski zamanlar hakkında konuşalım.

I have enjoyed seeing you and talking about old times. - Seni görmekten ve eski zamanlardan bahsetmekten zevk aldım.

zaman
hour

When I was a child, I spent many hours reading alone in my room. - Çocukken odamda yalnız başına kitap okuyarak çok fazla zaman geçirdim.

George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours. - George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.

zaman
time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
zaman
cycle
bir zamanlar
once

I have seen him once on the train. - Onu bir zamanlar trende gördüm.

That dispute has been settled once and for all. - O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.

o zamanlar
then

Art was then at its best. - O zamanlar sanat zirvedeydi.

Men wore hats back then. - O zamanlar erkekler şapka takardı.

zaman
bout
zaman
while

He kept on working all the while. - O,her zaman çalışmaya devam etti.

He always sings while having a shower. - O her zaman duşta şarkı söyler.

zaman
the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
zaman
father time
zaman
mus. time, meter, rhythm
zaman
when: geldiği zaman when he came
zaman
whilst
zaman
free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
zaman
day

Every time I hear that song, I think of my high school days. - O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.

I read a newspaper every day so that I may keep up with the time. - Zamana ayak uydurabileyim diye her gün gazete okurum.

zaman
geol. era
zaman
season

When will the rainy season be over? - Yağışlı sezon ne zaman bitecek?

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağmur sezonu ne zaman başlar?

zaman
when

I wish you would shut the door when you go out. - Keşke dışarı çıktığın zaman kapıyı kapatsan.

We'll do it when we have time. - Zamanımız olduğunda onu yapacağız.

zaman
sands
zaman
reign

Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world. - Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.

There was a time when kings and queens reigned over the world. - Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.

zaman
(Bilgisayar) time-scale
zaman
occasion

He doesn't travel much apart from occasional business trips. - O zaman zaman iş gezilerinin dışında çok seyahat etmez.

He occasionally visited me. - O, zaman zaman beni ziyaret etti.

zaman
age

Tom always makes it a rule never to ask a woman her age. - Tom her zaman bir kadına yaşını asla sormamayı bir kural olarak benimser.

It's been quite ages since we last met. - Son karşılaştığımızdan beri oldukça uzun zaman oldu.

zaman
epoch
zaman
(Dilbilim) temporal
zaman
period

Ten years is a really long period of time. - On yıl gerçekten uzun bir zaman aralığıdır.

The students' lunch period is from twelve to one. - Öğrencilerin öğlen yemeği zamanı saat on ikiden saat bire kadardır.

zaman
(Bilgisayar) time card
zaman
era
zaman
space

If geometry is the science of space, what is the science of time? - Geometri uzay bilimi ise, zaman bilimi nedir?

Mariner 10 was the first space probe to visit Mercury. It was also the first probe to visit two planets - Venus and Mercury. - Mariner 10, Merkür'ü ziyaret eden ilk uzay sondasıydı. Aynı zamanda, iki gezegeni -Venüs ve Merkür- ziyaret eden ilk sondaydı.

zaman
times

I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times. - Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.

He's behind the times in his methods. - O metotlarında zamanın gerisindedir.

zaman
duration
zaman
(Tıp) chrono-
zaman
(Bilgisayar) timecard
zaman
everytime

Everytime I look at him, he smiles. - Ona ne zaman baksam gülümser.

zor zamanlar
difficult times
zaman
time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
zaman
leeway
zaman
meantime
zaman
age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
bir zamanlar
Back then
zaman
(a person's) youth or prime; the time when one was engaged in a particular activity: Benim zamanımda bu işyerinin yönetim biçimi bambaşkaydı. This office was run quite differently in my time
zaman
of time

The event was forgotten in progress of time. - Zamanın ilerlemesiyle olay unutuldu.

What are the measures of time? - Zamanın ölçüsü nedir?

zaman
to time
bir zamanlar
in days of yore
bir zamanlar
at one time, once, once upon a time
bir zamanlar
lang syne
bir zamanlar
erstwhile
en zor zamanlar
the hardest times
eski zamanlar
times of old
ilk zamanlar
at first

I didn't like doing this at first. - İlk zamanlar bunu yapmaktan hoşlanmadım.

I was skeptical at first. - İlk zamanlar şüpheciydim.

o zamanlar
those days

There were not many women doctors in those days. - O zamanlar çok kadın doktor yoktu.

Her feet were bare, as was the custom in those days. - O zamanlar âdet olduğu üzere, yalınayaktı.

son zamanlar
these days

How are you doing these days? - Son zamanlarda nasılsın?

zaman
time; age, era, epoch, period; tense; reign
zaman
year

We have a lot of snow at this time of the year. - Yılın bu zamanında bir sürü karımız var.

Ten years is a long time. - On yıl uzun bir zamandır.

zor zamanlar
hard times
الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف zamanlar في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

zaman
Albizia saman, a large tropical tree in the pea family
zaman
large ornamental tropical American tree with bipinnate leaves and globose clusters of flowers with crimson stamens and sweet-pulp seed pods eaten by cattle
التركية - التركية
(Hukuk) EZMİNE
(Osmanlı Dönemi) ezmen
ZAMAN
(Osmanlı Dönemi) Bak: Zeman
ZAMAN
(Hukuk) Bir ödemeyi veya zarar ziyanı karşılama sorumluluğunu üstlenme
Zaman
devran
Zaman
vakit

Nasıl vakit buluyor bilmiyorum. - Buna nasıl zaman ayırıyor bilmiyorum.

Şu sıralar BT sertifikasyonlarına çalışmaya çok vakit harcıyorum. - Bu aralar IT sertifikasyonlarına çalışmak için epey zaman harcıyorum.

Zaman
dem
Zaman
adar
Zaman
eyn
Zaman
(Osmanlı Dönemi) AFUR
bir zamanlar
Zamanında, vaktiyle, eskiden
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler
zaman
Velid Ebüzziya'nın 1934 çıkardığı gazete
zaman
Fiillerin belirttikleri geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman kavramı
zaman
Belirlenmiş olan an. Çağ, mevsim
zaman
Belirlenmiş olan an
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler: "Eski müdür zamanında hayli şımarmış olan bu miskin ve ukala herifi sepetledi."- H. Taner
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar: "Sigarasını efkârlı olduğu zamanlar yaptığı gibi sık nefeslerle çabuk çabuk içiyordu."- H. Taner
zaman
Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan geniş evrelerden her biri
zaman
Dönem, devir
zaman
Güneş ve yıldızların öğlene göre açısal uzaklığına karşılık bir ölçü
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit: "Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım."- Ö. Seyfettin
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit: "Efendiler, az söylemek çok yapmak zamanı gelmiştir."- A. İlhan
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit
zaman
Çağ, mevsim
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit