I like living with you.
- Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
She is used to living alone.
- Yalnız yaşamaya alışkın.
I'm sick of this hand-to-mouth existence.
- Kıt kanaat yaşamaktan usandım.
Some Westerners no longer believe that their soul exists and that they have eternal life.
- Bazı Batılılar ruhlarının var olduğuna ve sonsuz yaşama sahip olduklarına artık inanmıyorlar.
Caribou can see ultraviolet light. This ability is crucial to their survival in a harsh Arctic environment.
- Caribou ultraviyole ışığı görebilir. Bu yetenek sert Arktik ortamda yaşamaları için hayati önem taşımaktadır.
I wonder if keeping your head down and living safely is a survival instinct.
- Başını yere eğmenin ve güvenle yaşamanın bir hayatta kalma içgüdüsü olup olmadığını merak ediyorum.
I would like to live in the quiet country.
- Sakin bir ülkede yaşamak istiyorum.
He will have lived here for ten years by the end of next month.
- Gelecek ayın sonunda on yıldır burada yaşamakta olacak.
That's why I like traveling, and would like to experience many different cultures.
- Bu nedenle seyahat etmeyi severim ve pek çok farklı kültürü yaşamak isterim.
Fadil wanted to experience that type of life.
- Fadıl o türde hayat yaşamak istiyordu.
Mike has a friend who lives in Chicago.
- Mike'ın Şikago'da yaşayan bir arkadaşı var.
Meerkats live in Africa.
- Mirketler Afrika'da yaşar.
I'm sick of this hand-to-mouth existence.
- Kıt kanaat yaşamaktan usandım.
I love living with you.
- Sizinle yaşamayı seviyorum.
I like living with you.
- Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
Tom doesn't know where Mary wants to live.
- Tom, Mary'nin nerede yaşamak istediğini bilmiyor.
Tom didn't know where Mary wanted to live.
- Tom, Mary'nin nerede yaşamak istediğini bilmiyordu.
Long live the Tatoeba Project!
- Çok yaşa Tatoeba Projesi!
Long live the Soviet Union!
- Çok yaşa Sovyetler Birliği!
Hurray! I have found it!
- Yaşasın! Ben onu buldum!
Tom knows a man who lives in Boston.
- Tom Bostonda yaşayan bir adam tanıyor.
They don't know what difficulties Tom went through in his youth.
- Onlar, Tom'un gençliğinde hangi zorlukları yaşadığını bilmiyorlar.
Animals inhabit the forest.
- Hayvanlar ormanda yaşar.
In this country, most of the inhabitants are Sunni Muslims.
- Bu ülkede yaşayanların çoğu Sünni Müslümandır.