sıkma

listen to the pronunciation of sıkma
التركية - الإنجليزية
constriction
(fruit) that is good for making juice: sıkma portakal juice orange
squeezing
pressing
pressing, squeeze
wring

It was hard to resist the impulse to wring Tom's neck. - Tom'un boynunu sıkma dürtüsüne karşı koymak zordu.

I'd like to wring Tom's neck. - Tom'un boynunu sıkmak istiyorum.

harassment
gripping
squeeze

She tried to squeeze the juice from the orange. - O, portakalın suyunu sıkmaya çalıştı.

She tried to squeeze the juice out of the orange. - O, portakalın suyunu sıkmaya çalıştı.

trousers which are tight below the knees and full above the kness
clasp
extrusion
expression
extruding
{i} constricting
pressure
oriel
clamp
tamper
sık
{s} frequent

Fiona's letters were becoming less and less frequent. - Fiona'nın mektupları gittikçe daha az sıklıkta oluyordu.

The teacher was worried by Tom's frequent absence from class. - Öğretmen Tom'un sık sık sınıfta bulunmamasından endişeliydi.

sıkmak
bother

Tom didn't want to bother Mary. - Tom Mary'nin canını sıkmak istemiyordu.

I told Tom to quit bothering me. - Tom'a canımı sıkmaktan vazgeçmesini söyledim.

sıkmak
{f} tighten

We'll have to tighten our belts if the economy doesn't pick up soon. - Ekonomi yakında toparlanmazsa kemerlerimizi sıkmak zorunda kalacağız.

I have to tighten my belt. - Ben kemerimi sıkmak zorundayım.

sıkmak
{f} squeeze
sıkmak
bore

I don't want to bore you. - Canınızı sıkmak istemiyorum.

I don't want to bore you. - Canınızı sıkmak istemem.

sıkma baş
head spin
sıkma başlı (woman) wearing a headscarf
(for reasons of propriety)
sıkma bileziği
collar
sıkma canını
buck up
sıkma geçme
shrink fit
sıkma makinesi
squeezing machine
sıkma makinesi
crusher
sıkma merdanesi
expression roller
sıkma portakal suyu
orange crush
sıkma roliği
mangle roller
sıkma silindiri
mangle
sıkma silindiri
expression roller
sıkma vidası
clamping screw
sık
{s} dense

The man was hiding in a dense forest. - Adam sık bir ormanda saklanıyordu.

sık
often

She often eats breakfast there. - O, kahvaltısını sık sık orada yer.

I often play tennis after school. - Okuldan sonra sık sık tenis oynarım.

el sıkma
clasp
sık
closely

This is one of Tatoeba's most closely guarded secrets. - Bu, Tatoeba'nın en sıkı korunan sırlarından biridir.

This is one of Boston's most closely guarded secrets. - Bu, Boston’un en sıkı korunan sırlarından biridir.

sıkmak
{f} crush
sıkmak
{f} pinch
sıkmak
{f} mope
sıkmak
annoy

He made mistakes on purpose to annoy me. - Canımı sıkmak için hataları kasıtlı olarak yaptı.

She does nothing but annoy me all day long. - O bütün gün canımı sıkmaktan başka bir şey yapmaz.

sıkmak
{f} load
kendini sıkma
effort
sık
close-timbered
sık
squeeze

She squeezed a lemon for tea. - O, çay için bir limon sıktı.

I squeezed the juice out of the oranges. - Portakalların suyunu sıktım.

sık
continual
sık
clasp
sık
embarrass

It's an embarrassing question. - O, can sıkıcı bir soru.

The shy boy was utterly embarrassed in her presence. - Utangaç erkek çocuğu onun varlığında tamamen sıkıldı.

sık
clench

You can't shake someone's hand with a clenched fist. - Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.

Tom clenched his fists angrily. - Tom yumruklarını öfkeyle sıktı.

sık
compact

Tom has a trash compactor. - Tom'un bir çöp sıkıştırıcısı var.

sıkmak
turn off
sıkmak
(Dilbilim) brown off
sıkmak
squash
sıkmak
spray
sıkmak
brace
sıkmak
(Konuşma Dili) worry to death
sıkmak
plague
sıkmak
fret
sık
oppress

The silence is oppressive. - Sessizlik can sıkıcıdır.

sık
serried
sık
{f} oppressed
sık
{f} constricting
sık
constrict
sıkmak
extrude
sıkmak
pester
sıkmak
embarrass
sıkmak
chagrin
sıkmak
try
sıkmak
besiege
sıkmak
burthen
sıkmak
trouble
sıkmak
pall
sıkmak
astringe
sıkmak
bite
el sıkma
handshake

Tom has a very strong handshake. - Tom'un çok güçlü bir el sıkması var.

sık
{s} thick

The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand. - Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.

The forest was thick and impenetrable. - Orman sık ve aşılmazdı.

sık
frequently as
sıkmak
{f} grip
aşırı sıkma
straitjacket
canını sıkma
baiting
el sıkma
shake of the hand
el sıkma
handgrip
halat sıkma makinesi
(Teknik,Tekstil) rope mangle
halat sıkma makinesi
(Teknik,Tekstil) rope squeezer
kemerleri sıkma politikası
austerity programme
somun sıkma aleti
nutrunner
somun sıkma makinesi
percussive nutrunner
sprey sıkma
(Kimya) spray delivery
sık
thickly

The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand. - Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.

sık
(placing things) close together
sık
close (weave, knit)
sık
dense, thick; frequent; closely; frequently
sık
frequently

Because she was out of the country, she used Skype frequently. - O, ülke dışında olduğu için sık sık Skype kullandı.

Tom is frequently late for school. - Tom sık sık okula geç kalır.

sık
placed or spaced close together; dense, thick
sık
(weaving, knitting) closely
sık
close

Tom closed his eyes tightly and endured the pain. - Tom gözlerini sık biçimde kapattı ve acıya dayandı.

Tom's family is close-knit and loving. - Tom'un ailesi sıkı fıkı ve sevgi doludur.

sık
constricted
sıkmak
to put pressure on (someone)
sıkmak
irk
sıkmak
clench
sıkmak
incommode
sıkmak
to squirt (something) on
sıkmak
chevy
sıkmak
to press; to squeeze; to wring; to tighten; to bore, to turn sb off; to bother, to trouble; to annoy, to plague, to embarrass; to clench
sıkmak
to annoy, bother
sıkmak
to shoot, fire (a bullet)
sıkmak
harass
sıkmak
jam
sıkmak
constrict
sıkmak
depress
sıkmak
hold tight
sıkmak
distress
sıkmak
give the willies
sıkmak
to hold (someone, something) tightly
sıkmak
chivvy
sıkmak
oppress
sıkmak
hatchel
sıkmak
make fast
sıkmak
chivy
sıkmak
ream out
sıkmak
(limon vb.) press
sıkmak
cumber
sıkmak
constipate
sıkmak
ream
sıkmak
ail
sıkmak
(Tekstil) quetch
sıkmak
eloq
sıkmak
wring

I'd like to wring Tom's neck. - Tom'un boynunu sıkmak istiyorum.

sıkmak
(Tekstil) express
sıkmak
drive
sıkmak
{f} pressurize
sıkmak
(Tekstil) spueeze
sıkmak
disgruntle
sıkmak
pull on
sıkmak
{f} press
sıkmak
{f} straiten
sıkmak
prey
sıkmak
{f} strangulate
tekrar sıkma
retightening
التركية - التركية
Gömlek
Bayat ekmeğin su ile ıslatılıp sıkılmasıyla elde edilen malzemeyi un, tuz ve suyla yoğurup hamur hâline getirdikten sonra pişirilmesi ve arasına kavrulmuş soğan, peynir konularak yapılan bir yemek
içine peynir,pişmiş patates-yumurta konulan ekmek, yufka
SIKMA
Sıkılmaya, suyu alınmaya elverişli
SIKMA
Dar bir tür kadın yeleği
SIKMA
Bir tür pantolon veya şalvar
SIKMA
Sıkmak işi
SIKMA
Bayat ekmeğin su ile ıslatılıp sıkılmasıyla elde edilen malzemeyi un, tuz ve suyla yoğurup hamur hâline getirdikten sonra arasına kavrulmuş soğan, peynir konularak pişirilen bir yemek
sıkma baş
Bu şekilde taranan saçın bir örtüyle tamamen kapatılmış hâli
sıkma baş
Kadınların ince bir kumaşla saçlarını sararak yaptıkları bir saç bağlama biçimi
sıkma baş
Bu şekilde giyinen kimse
Sık
(Osmanlı Dönemi) TİZ
Sıkmak
(Osmanlı Dönemi) FAZA'
Sıkmak
(Osmanlı Dönemi) HEMS
Sıkmak
(Osmanlı Dönemi) TAGMİZ
sık
Mısırlar yetişirken aralarından sökülen fazla mısırlar
sık
Kısa zaman aralıklarıyla, az aralıklarla
sık
Çok bulunan, çok rastlanan
sık
Benzerleri veya parçaları arasında çok az aralık bulunan, seyrek karşıtı. Çok bulunan, çok rastlanan
sık
Aralıksız olarak, aralarında az aralık bırakarak
sık
Benzerleri veya parçaları arasında çok az aralık bulunan, seyrek karşıtı
sıkmak
Bir şeyin suyunu, yağını, sıvı kısmını basınçla çıkarıp akıtmak
sıkmak
Baskı altına almak, üzmek, bunaltmak, zorlamak
sıkmak
Çevresine sarılarak veya bir şey sararak çepçevre basınç altına almak
sıkmak
Basınçlı bir araçla fışkırtmak, püskürtmek
sıkmak
Fakat ben sizi sıkmamak için uzatmayarak anlatacağım."- Ö. Seyfettin
sıkmak
Dar gelmek: "Kemer belimi sıktı."- Halk türküsü
sıkmak
Dar gelmek
sıkmak
Tetiği çekip boşaltmak (ateşli silahlar için): "Küçük hanım, tabancayı kalbine sıkmak istemiş."- H. R. Gürpınar
sıkmak
Tetiği çekip boşaltmak (ateşli silâhlar için)
sıkmak
Sıkıntı vermek: "... ihtimal inanmayacaksınız
sıkmak
Çevresine sarılarak veya bir şey sararak çepçevre basınç altına almak: "Yalnız kalan kadın titriyor, hıçkırarak kucağındaki yavrusunu sıkıyor."- Ö. Seyfettin
sıkmak
Sıkıntı vermek
sıkmak
Basınçla suyunu, yağını, sıvı kısmını çıkarıp akıtmak
sıkma
المفضلات