karşısında

listen to the pronunciation of karşısında
التركية - الإنجليزية
across

There's a hotel across the street. - Sokağın karşısında bir otel var.

The bookstore across from the station is very large. - İstasyonun karşısındaki kitabevi çok büyük.

over against
in front of

The teacher asked me to read my paper in front of the class. - Öğretmen ödevimi sınıfın karşısında okumamı istedi.

She spaced out in front of the TV. - Televizyonun karşısında daldı.

(Hukuk) vis-a-vis
against

The European currencies have weakened against the dollar. - Avrupa para birimleri dolar karşısında zayıfladı.

The yen appreciated 10 percent against the dollar. - Yen dolar karşısında yüzde 10 değer kazandı.

before

He recoiled before his master's anger. - O, efendisinin öfkesi karşısında geri çekildi.

opposite

They live in the house opposite to ours. - Bizim evin karşısındaki evde yaşarlar.

Opposite the park there is a beautiful river. - Parkın karşısında güzel bir nehir var.

be, opposite, across; in the face of
in the face of

Tom showed his courage in the face of danger. - Tom tehlike karşısında cesaretini gösterdi.

He became brave in the face of danger. - Tehlike karşısında cesurlaştı.

on the face of
in relation to
in face
opposing
con

There's a convenience store diagonally across the street. - Caddenin çaprazlama karşısında bir mahalle bakkalı var.

He was confused by the abrupt question. - Beklenmedik soru karşısında kafası karışmıştı.

karşı
{e} against

My university friend is against terror. - Üniversite arkadaşım terör karşıtı.

If God is with us, then who can be against us? - Eğer Allah bizimleyse, sonra kim bize karşı çıkabilir?

karşı
{e} versus

The exchange rate of the dollar versus the euro has declined. - Doların Avroya karşı kuru inişe geçti.

karşısında yılmamak
stand up to
karşısında kalmak
To stay in front
karşısında olmak
Side against
karşısında durmak
stare smb. in the face
karşısında olmak
to oppose
karşısında olmak
be faced with
kanun karşısında
before the law
kamera veya objektif karşısında rahatsızlık duyan
camera shy
karşı
{s} opponent

Opponents say genetically engineered crops can cross-pollinate and damage other crops. - Karşıtlar genetik mühendisliği bitkilerin çapraz döllenme yapabileceğini ve diğer bitkilere zarar verebileceğini söylüyorlar.

Lincoln welcomed his old political opponent. - Lincoln eski siyasi rakibini karşıladı.

karşı
{s} contrary

There is no evidence to the contrary. - Hiçbir karşıt kanıt yoktur.

karşı
opposite; against; contrary; discordant; facing; toward, towards, to opposite side
karşı
opposite

Tom sat opposite Mary. - Tom Mary'nin karşısına oturdu.

Their house is just opposite the bus stop. - Onların evi otobüs durağının tam karşısında.

karşı
counter

The slogan for the day dedicated to counter extremism was, rainbow colours instead of brown. - Aşırılığa karşı çıkmak için ithaf edilmiş gün için slogan kahverengi yerine gök kuşağı renkleri idi.

The policeman discovered counterevidence. - Polis karşı delili keşfetti.

karşı
{e} towards

All human beings are born free and equal in dignity and rights. They are endowed with reason and conscience and should act towards one another in a spirit of brotherhood. - Tüm insanlar özgür, şeref ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdana sahiplerdir ve birbirlerine karşı kardeşlik ruhuyla hareket etmelidir.

They behave towards Muslims in a way in which a Muslim would never behave towards his enemy. - Onlar müslümanlara karşı bir müslümanın düşmanına karşı asla davranmadığı şekilde davranıyor.

karşı
before

Before meeting him, Pizzaro hid many of his men and guns near the town. - Onunla karşılaşmadan önce, Pizzaro adamlarının ve silahlarının çoğunu kasaba yakınında sakladı.

He said that he had met her a week before. - O,bir hafta önce onunla karşılaştığını söyledi.

bu durum karşısında
with this
bu durum karşısında
under the circumstances
bu durum karşısında
under these circumstances
karşı
{e} to
karşı
in spite of the fact that
karşı
(Bilgisayar) disagree

You may disagree with and venture to question me, but remember, the feeling's mutual. - Sen katılmayabilirsin ve beni sorgulamaya cesaret edebilirsin ama hatırla, duygu karşılıklıdır.

John Rutledge disagreed strongly. - John Rutledge şiddetle karşı çıktı.

karşı
(Biyokimya) trans

One problem translators face is that sometimes the source document is poorly written. - Çevirmenlerin karşılaştığı bir sorun kaynak belgenin kötü yazılmasıdır.

Let me compare the translation with the original. - Çeviriyi orjinali ile karşılaştırayım.

karşı
(Bilgisayar) remote
karşı
in contrast

In contrast to yesterday, it isn't hot at all today. - Düne karşın,bugün hiç sıcak değil.

karşı
adverse
karşı
averse
karşı
derogative
karşı
to counter
karşı
opposed to

I'm sorry, but I am opposed to this project. - Üzgünüm, ama bu projeye karşıyım.

He's opposed to racial discrimination. - Irksal ayrımcılığa karşı çıktı.

karşı
agains

If God is with us, then who can be against us? - Eğer Allah bizimleyse, sonra kim bize karşı çıkabilir?

You should save some money against a rainy day. - Sıkıntılı günlere karşı biraz para biriktirmelisiniz.

Karşı
(Tıp) ante
enflasyon karşısında para arzını azaltma
deflation
haksızlık karşısında öfkelenme
indignation
karşı
anti

The anti-smoking law is just, in my opinion. - Bence, sigara karşıtı yasa makul.

Anti-Chinese sentiment is on the rise in Myanmar. - Myanmar'da Çin karşıtı düşünceler artıyor.

karşı
toward, to, for
karşı
against, as a cure for, as a countermeasure to
karşı
against, contrary to
karşı
con

I contended against falsehood. - Sahteciliğe karşı savaştım.

All human beings are born free and equal in dignity and rights. They are endowed with reason and conscience and should act towards one another in a spirit of brotherhood. - Tüm insanlar özgür, şeref ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdana sahiplerdir ve birbirlerine karşı kardeşlik ruhuyla hareket etmelidir.

karşı
toward

They behave towards Muslims in a way in which no Muslim would behave towards an unbeliever. - Onlar müslümanlara hiçbir müslümanın kâfire karşı davranmadığı şekilde davranıyorlar.

All human beings are born free and equal in dignity and rights. They are endowed with reason and conscience and should act towards one another in a spirit of brotherhood. - Tüm insanlar özgür, şeref ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdana sahiplerdir ve birbirlerine karşı kardeşlik ruhuyla hareket etmelidir.

karşı
discordant
karşı
athwart
karşı
contra

As far as Bob is concerned, anything goes. By contrast, Jane is very cautious. - Bob'a kalırsa, bir şey dönüyor. Buna karşılık, Jane çok dikkatli.

Never contradict your elders. - Asla büyüklerinize karşı söz söylemeyin.

karşı
gainst
karşı
facing, in the direction of, toward
karşı
for

Everyone, without any discrimination, has the right to equal pay for equal work. - Herkesin, hiçbir fark gözetilmeksizin, eşit iş karşılığında eşit ücrete hakkı vardır.

Do not forget to meet me at the station. - Beni istasyonda karşılamayı unutma.

karşı
counter-, anti-
karşı
opposing

They are strongly opposing my proposal. - Onlar benim önerime kuvvetle karşı çıkıyorlar.

The controversial proposal has caused an intense war of words between the two opposing parties. - Tartışmalı öneri, iki karşıt parti arasında yoğun bir söz savaşına neden oldu.

karşı
facing

Tom is facing a few serious problems. - Tom birkaç ciddi sorunla karşı karşıya.

I'm facing that problem, myself. - Ben bizzat o sorunla karşı karşıyayım.

karşı
opposed

I'm sorry, but I am opposed to this project. - Üzgünüm, ama bu projeye karşıyım.

I'm opposed to what he said. - Onun söylediğine karşıyım.

karşı
repugnant
karşı
facing, opposite
karşı
derogate
karşı
with

People should be honest with one another. - İnsanlar birbirlerine karşı dürüst olmalı.

Everyone, without any discrimination, has the right to equal pay for equal work. - Herkesin, hiçbir fark gözetilmeksizin, eşit iş karşılığında eşit ücrete hakkı vardır.

sokağın karşısında
It's right across the street
tamamen karşısında
dead set against
tamamen karşısında
dead against
tamamen karşısında
directly opposed
tehlike karşısında
in the face of danger
tehlike karşısında dinini inkâr eden kimse
confessor
yolun karşısında
across the street
zorluk karşısında
under difficulties
zurnacının karşısında limon yemek
to try mischievously to prevent someone from doing something
التركية - التركية

تعريف karşısında في التركية التركية القاموس.

karşı
Yol, deniz, ırmak vb.nin öbür kıyısı veya yanı: "Karşıki kıyıda yün denkleri çıkaran gemiye haykırdık, işaretler ettik."- R. H. Karay. Ön, kat, huzur: "İkisi birden müdürün karşısına çıkarlar."- Y. Z. Ortaç
Karşı
alın
karşı
Bulunan yere göre önde, ileride olan
karşı
Bir şeyin, bir yerin, bir kimsenin, esas tutulan yüzünün ilerisi
karşı
Karşılık olarak, mukabil: "Bir ölüm haberine karşı ben, içimde bin ezinti, bin çöküntü duydum."- A. Ş. Hisar. İçin, hakkında: "Edebiyata karşı ilk alaka sizde nasıl ve ne zaman başladı?"- S. F. Abasıyanık. -e doğru: "Bir sabaha karşı yine çakal sesleriyle uyanmıştım."- S. F. Abasıyanık
karşı
Karşıt, zıt, muhalif
karşı
Yol, deniz, ırmak vb.nin öbür kıyısı veya yanı
karşı
Doğru, sularında
karşı
İçin, hakkında
karşı
Yüzünü bir şeye doğru çevirerek
karşı
Ön, kat, huzur
karşı
Bir şeyin, bir yerin, bir kimsenin, esas tutulan yüzünün ilerisi: "Karşımdaki kitap rafında eserlerim sırayla duruyor."- H. E. Adıvar
karşı
Karşılık olarak, mukabil