davalı

listen to the pronunciation of davalı
التركية - الإنجليزية
{i} defendant

The defendant was about to stand trial when he grabbed the deputy's gun and shot the judge. - Davalı, milletvekilinin silahını kaptığında ve yargıcı vurduğunda yargılanmak üzereydi.

The defendant was sentenced to death. - Davalı idama mahkûm edildi.

defense
disputed, contested
respondent
defendant, respondent; contested, in dispute
defence [Brit.]
libellee
libelee
1.defendant; respondent
(something) that propounds a particular point of view, constructed with a particular end in mind
litigatious
litigious
litiginous
{i} defence
dava
lawsuit

Dan maintained his innocence all along the lawsuit. - Dan tüm dava boyunca masumiyetini korudu.

Do you feel that this lawsuit is frivolous? - Bu davanın anlamsız olduğunu hissediyor musun?

davalı avukatı
counsel for the defense
davalı olmak
(for a plaintiff and a defendant) to be engaged in a lawsuit: Bir yıldır davalıyız. We've been fighting each other in court for a year now
dava
claim
dava
process
dava
{i} trial

I am the plaintiff in that trial. - O duruşmada davacı benim.

The defendant was about to stand trial when he grabbed the deputy's gun and shot the judge. - Davalı, milletvekilinin silahını kaptığında ve yargıcı vurduğunda yargılanmak üzereydi.

dava
cause

Soon the movement was no longer growing. Many people became discouraged and left the cause. - Yakında hareket artmıyordu. Birçok kişinin cesareti kırıldı ve davadan ayrıldı.

He contributed nothing to the cause. - O, davaya hiçbir katkıda bulunmadı.

dava
prosecution
dava
plea

The defendant will please rise. - Davalı lütfen ayağa kalkın.

dava
instance
dava
litigate

There's nothing worse for children than litigated custody. - Çocuklar için velayet davasından daha kötü bir şey yoktur.

dava
(Kanun,Politika, Siyaset) proceedings
dava
(Kanun) lis
dava
(Kanun) clamor
dava
(Ticaret) courtcase
dava
(Ticaret) accusation
dava
(Ticaret) tare
dava
(Kanun) proceeding

At the meeting he monopolized the discussion and completely disrupted the proceeding. - Toplantıda o, tartışmayı tekeline aldı ve davayı tamamen bozdu.

dava
(Kanun) dispute
dava
suit

She filed a suit for divorce against him. - Ona karşı bir boşanma davası açtı.

I brought a suit against the doctor. - Doktora bir dava açtım.

dava
pleading
dava
litigation

Other factors of importance, which make litigation of large corporations more difficult, are the size and complexity of their activities. - Büyük şirketleri dava etmeyi zorlaştıran diğer önemli etkenler de faaliyetlerinin boyutları ve karmaşıklığıdır.

dava
plaint

The judge decided against the plaintiff. - Hakim davacı aleyhine karar verdi.

I am the plaintiff in that trial. - O duruşmada davacı benim.

dava
case

Private detectives were hired to look into the strange case. - Özel dedektifler tuhaf davaları araştırmak için kiralanırlar.

He was surprised to hear about the murder case. - Cinayet davasıyla ilgili duyduklarına şaşırdı.

dava
court cases
dava
law trial
dava
case; trial
dava
1.suit, lawsuit, action
dava
proposition, thesis
dava
question, matter
dava
cause, purpose or movement which is given militant support
dava
law

The lawyers argued the case for hours. - Avukatlar davayı saatlerce savundu.

The lawyer decided to appeal the case. - Avukat davaya başvurmaya karar verdi.

dava
claim, assertion, allegation, point at issue
dava
slang sweetheart, love. (aleyhine)
dava
action

The actions she took were too careless, and she was left defenseless. - Onun açtığı davalar çok ilgisiz ve o savunmasız bırakıldı.

dava
(Matematik) theorem
dava
(Hukuk) action, proceedings, case, prosection
dava
(Matematik) problem
dava
suit, lawsuit, action, process; trial; claim, assertion; thesis; problem, question, matter
davalılar
(Kanun) respondents
temyizde davalı taraf
appellee
التركية - التركية
Davası olan
Dava konusu olan (şey)
Davası olan (kimse)
Kendisinden bir şey dava edilen kimse, müddeialeyh
müddeialeyh
DAVALI
(Hukuk) Davacı tarafından davanın kendisine yöneltildiği, kişi; müddealeyh
dava
sav
Dava
(Osmanlı Dönemi) DÂİYE
Dava
aranç
Dâva
(Osmanlı Dönemi) NIHLE
dava
Sorun
dava
Sorun: "O kırkyıllık davada beyhude akıntıya kürek çekmişiz."- Y. K. Beyatlı. Ülkü: "Ankara'nın bırakılışını Türkiye'nin ve davanın bırakılışı sayanlar vardı."- T. Buğra
dava
Ülkü
dava
Hukuki korunmanın bir hüküm ile sağlanması için yargı organlarına başvurma. İleri sürülerek savunulan düşünce, çözümlenmesi gerekli olan konu, sav: "Erkekler davalarını hanımlar kadar hararetle müdafaa edememişlerdir."- H. C. Yalçın
dava
Sevgili
dava
İleri sürülerek savunulan düşünce, çözümlenmesi gerekli olan konu, sav
dava
çözümlenmesi gerekli olan konu
dava
Hukukî korunmanın bir hüküm ile sağlanması için yargı organlarına başvurma
dâvâ
(Osmanlı Dönemi) tâkip edilen fikir, iddia
الإنجليزية - التركية

تعريف davalı في الإنجليزية التركية القاموس.

dava
trial
davalı
المفضلات