Lonesome George passed away.
- Yalnız George vefat etti.
The giant tortoise Lonesome George has died on the Galapagos Islands.
- Dev kaplumbağa Yalnız George, Galapagos Adaları'nda öldü.
He lived alone in the forest.
- Ormanda yalnız başına yaşadı.
She is used to living alone.
- Yalnız yaşamaya alışkın.
Mary was lonely because the other students didn't talk to her.
- Diğer öğrenciler onunla konuşmadığından dolayı Mary yalnızdı.
She lived a lonely life.
- Yalnız bir hayat yaşadı.
Aardvarks are solitary animals.
- Yerdomuzları yalnız yaşayan hayvanlardır.
They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
- Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
Empirical data is based solely on observation.
- Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.
At the moment only a child can save my marriage.
- Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.
This city is cold and lonely without you.
- Bu şehir sen olmadan soğuk ve yalnız.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
Optimism is merely a lack of information.
- İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
- Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
He remained single till the end of his day.
- O gününün sonuna kadar yalnız kaldı.
Tom remained single his whole life.
- Tom bütün hayatı boyunca yalnız kaldı.
Tom felt very isolated.
- Tom çok yalnız hissetti.
I felt very isolated.
- Çok yalnız hissettim.
She led a solitary life.
- O yalnız bir hayat sürdü.
I like a solitary walk.
- Yalnız yürümeyi severim.
You're not going there by yourself, are you?
- Oraya yalnız gitmeyeceksin, değil mi?
I'm not letting you go by yourself.
- Yalnız gitmene izin vermiyorum.
Some read books just to pass time.
- Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.
This just has to be his umbrella.
- Bu yalnızca onun şemsiyesi olmalı.
Nancy set out on a solo journey.
- Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.
Now that my only colleague has retired, I'm flying solo.
- Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.
Tom was angry at Mary for leaving their children unattended.
- Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.
AIDS can be stopped only if every person decides to take action against it.
- Yalnızca her birey ona karşı harekete geçmeye karar verirse, AIDS durdurulabilir.
Only a few people showed up on time.
- Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
Was the work done by him alone?
- İş onun tarafından yalnız başına mı yapıldı.
He lived alone in the forest.
- Ormanda yalnız başına yaşadı.