I met your father once.
- Bir keresinde babanla karşılaştım.
You can't be two places at once.
- Bir kerede iki yerde olamazsın.
Once upon a time, there was a pretty little house way out in the country.
- Bir zamanlar köyün çıkışında küçük güzel bir ev varmış.
Once upon a time there was a poor man and a rich woman.
- Bir zamanlar yoksul bir adam ve zengin bir kadın vardı.
Read it once more, please.
- Onu bir kez daha okuyun, lütfen.
Explain it once more, Jerry.
- Onu bir kez daha açıkla, Jerry.
I like things done properly.
- Düzgün bir şekilde yapılan işleri severim.
Tom doesn't know how to treat his employees properly.
- Tom çalışanlarına düzgün bir şekilde nasıl davranacağını bilmiyor.
She was late once again.
- Bir kez daha geç kalmıştı.
When he was a student, he went to the disco only once.
- Öğrenci olduğu zamanlar diskoya sadece bir kez gitti.
Our plan has lots of advantages.
- Planımızın bir sürü avantajı var.
Mr Miyake showed me lots of places during my stay in Kurashiki.
- Bay Miyake Kurashiki'de kaldığım sırada bana bir sürü yer gösterdi.
We're going to do it properly.
- Biz onu uygun bir şekilde yapacağız.
An American Indian is more properly called a Native American.
- Bir Amerikalı Kızılderili daha uygun bir şekilde Yerli Amerikalı olarak bilinir.
She was late once again.
- Bir kez daha geç kalmıştı.
Could you please repeat it once again?
- Lütfen onu bir kez daha tekrarlar mısın?
I never want to see you here ever again!
- Ben bir daha seni burada asla görmek istemiyorum.
I will never fall in love again.
- Bir daha asla âşık olmayacağım.
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Is there anything to drink in the refrigerator?
- Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?
She treated each of us to an ice cream.
- O, her birimize bir dondurma ikram etti.
Each of the brothers has a car.
- Erkek kardeşlerin her birinin bir arabası var.
Did God really create the earth in a single day?
- Tanrı, dünyayı gerçekten tek bir günde mi yarattı?
There isn't a single cloud in the sky.
- Gökyüzünde tek bir bulut yok.
He stayed here for a while.
- O, bir süre burada kaldı.
He stood there for a while.
- O, bir süre orada durdu.
They set aside her objections.
- Onun itirazlarını bir tarafa bıraktılar.
I met her on a certain winter day.
- Herhangi bir kış gününde ona rastladım.
I'm pretty certain I haven't made any mistakes.
- Ben herhangi bir hata yapmadığımdan oldukça eminim.
Everyone has a house to go to, a home where they can find shelter. My house is the desert, my home the barren heath. The north wind is my fire, the rain my only bath.
- Herkesin gidebileceği bir evi, sığınabileceği bir yuvası var. Benim evim çöllerdir, yurdum çorak topraklar. Kuzey rüzgarı ışığım, yağmurda bir tek paklanırım.
A unicycle has only one wheel.
- Tek tekerlekli bir bisikletin sadece bir tekeri vardır.
He puts aside some gas.
- O bir kenara biraz benzin koydu.
She set it aside for future use.
- O, onu ileride kullanmak üzere bir kenara koydu.
Ten, eleven, twelve, thirteen, fourteen, fifteen, sixteen, seventeen, eighteen, nineteen, twenty.
- On, on bir, on iki, on üç, on dört, on beş, on altı, on yedi, on sekiz, on dokuz, yirmi.
Eleven students received the award.
- On bir öğrenci mükafat aldı.
She laid the child down gently.
- O, çocuğu yumuşak bir biçimde yere yatırdı.
Would you please explain it more simply?
- Lütfen onu daha sade bir şekilde açıklar mısın?
Mary has been badly let down.
- Mary berbat bir şekilde hayal kırıklığına uğratıldı.
The badly burnt pilot was still in the cockpit.
- Berbat bir şekilde yanmış pilot hâlâ pilot kabinindeydi.
Tom was momentarily disoriented.
- Tom bir an için şaşırmıştı.
Tom left Mary and John alone momentarily.
- Tom bir an için Mary ve John'u yalnız bıraktı.
One by one, the members told us about their strange experience.
- Üyeler bir bir garip hikayelerini anlattı.
One by one, the members told us about their strange experience.
- Üyeler bir bir enteresan hikayelerini anlattı.
Next time you come to see me, I will show you the book.
- Bir dahaki sefere beni görmeye geldiğinde, sana kitabı göstereceğim
I'll try not to disappoint you next time.
- Bir dahaki sefere seni hayal kırıklığına uğratmamaya çalışacağım.
It was an overnight sensation.
- Bu bir gecelik heyecandı.
I am planning to make an overnight trip to Nagoya.
- Nagoya'ya bir gecelik gezi yapmayı planlıyorum.
Could you perhaps translate that for me?
- Bir ihtimal bunu benim için çevirir misin?
I'm only going to ask you this one time, Tom.
- Ben bunu sana sadece bir kez soracağım, Tom.
Can I eat this mushroom? You can eat anything one time.
- Bu mantarı yiyebilir miyim? Bir şeyi bir kez yiyebilirsin.
The clinic allowed only two visitors per patient at any one time.
- Klinik, bir seferde hasta başına iki ziyaretçiye izin verdi.
How many books can I take out at one time?
- Ben dışarıya bir seferde kaç tane kitap alabilirim?
Perhaps you should try doing one thing at a time.
- Belki bir seferde bir şey yapmaya çalışmalısın.
He carried six boxes at a time.
- O, bir seferde altı kutu taşıdı.
The next step was to negotiate terms of a peace treaty.
- Bir sonraki adım barış anlaşmasının koşullarını görüşmekti.
You are the next in line for promotion.
- Tanıtım sırasında bir sonraki kişisin.
You are the next in line for promotion.
- Tanıtım sırasında bir sonraki kişisin.
I think we get off at the next stop.
- Sanırım bir sonraki durakta ineceğiz.
We're going to have good weather for awhile.
- Bir süreliğine daha havalar güzel olacak.
I'll bet Madonna doesn't return to her career for awhile.
- Madonna'nın kariyerine bir süre için geri dönmeyeceğine bahse girerim.
He lives somewhere around the park.
- O, parkın civarında bir yerde yaşıyor.
You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth.
- Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.
That dispute has been settled once and for all.
- O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.
I met him once when I was a student.
- Bir zamanlar bir öğrenci iken onunla tanıştım.
This is not at all what Tom expected.
- Bu hiç de Tom'un beklediği bir şey değil.
Tom was beaten severely.
- Tom ciddi bir şekilde yenildi.
Such a thing is considered theft and it has to be punished severely.
- Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.
My grandmother used to go out for a walk almost every day, but now she seldom, if ever, goes out.
- Büyükannem hemen hemen her gün bir yürüyüş için dışarı çıkardı fakat şimdi o nadiren, kırk yılda bir, dışarı çıkar.
She seldom, if ever, goes out after dark.
- O, nadiren, kırk yılda bir, karanlık çöktükten sonra dışarı çıkar.
There are many rare fish at the aquarium.
- Akvaryumda bir hayli nadir balık var.
He received a good many letters this morning.
- O, bu sabah bir hayli mektup aldı.
Several houses were damaged in the last storm.
- Son fırtınada bir takım evler hasar gördü.
A combination of several mistakes led to the accident.
- Bir takım hataların birleşimi kazaya neden oldu.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Don't you have anything smaller than that?
- Ondan daha küçük herhangi bir şeyin yok mu?
I shall never forgive Gilbert Blythe, said Anne firmly.
- Anne kararlı bir şekilde Gilbert Blythe'ı asla affetmeyeceğim dedi.
Now and then she plays tennis.
- O, arada bir tenis oynar.
Tom comes here every now and then.
- Tom arada bir buraya gelir.
I play golf every so often.
- Arada bir golf oynarım.
He gets tough at times.
- O arada bir saldırganlaşır.
Tom says he wants to get married right away.
- Tom bir an önce evlenmek istediğini söylüyor.
Why did you put the chicken in such a difficult place to get when you knew that I wanted to use it right away?
- Bir an önce onu kullanmak istediğimi bildiğin halde niçin tavuğu böyle alması zor bir yere koydun?
Bill and John like to get together once a month to chat.
- Bill ve John sohbet etmek için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.
Bill and John like to get together once a month to shoot the breeze.
- Bill ve John çene çalmak için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.
In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay.
- Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.
In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay.
- Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.
He is a great statesman, and what is more a great scholar.
- O büyük bir devlet adamı ve bunun da ötesinde büyük bir bilgindir.
To some degree I am also afraid of people, they have the power to destroy you.
- Ben de bir dereceye kadar insanlardan korkuyorum, onların seni yok etme gücü var.
Many people also considered him a madman.
- Birçok kişi ayrıca onun bir deli olduğunu düşünüyordu.
I know that it is highly unlikely that you'd ever want to go out with me, but I still need to ask at least once.
- Benimle çıkmak isteyeceğinizin pek olası olmadığını biliyorum fakat hâlâ en azından bir kez sormalıyım.
They go to watch a play once every month.
- Onlar her ay bir kez maç izlemeye giderler.
If I go by air one more time, I'll have flown in an airplane five times.
- Ben bir kez daha hava yoluyla gidersem uçakta beş kez uçmuş olurum.
Read it one more time, please.
- Onu bir kez daha okuyun, lütfen.
I sort of had a crush on Tom.
- Ben bir nevi Tom'a aşık oldum.