i̇şte

listen to the pronunciation of i̇şte
Turkish - English

Definition of i̇şte in Turkish English dictionary

{i} occupation

Kemal Tahir narrates the occupation days of Istanbul in 1920s in his book named The People Of The Slave City. - Kemal Tahir Esir Şehrin İnsanları isimli kitabında İstanbul'un 1920'li yıllardaki işgal günlerini anlatır.

What is your occupation? What do you do here? - İşin ne ? Burada ne yapıyorsun?

business

Yuriko is planning to move into the furniture business. - Yuriko, mobilya işine taşınmayı planlıyor.

My father is a businessman. - Babam bir iş adamıdır.

job

She decided to quit her job. - İşinden istifa etmeye karar verdi.

She decided to quit her job. - İşinden ayrılmaya karar verdi.

work

Sometimes he drives to work. - O bazen işe arabayla gider.

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

işte
here

Hello, I have a reservation, my name is Kaori Yoshikawa. Here is the confirmation card. - Merhaba, benim bir rezervasyonum var, adım Kaori Yoshikawa. İşte onay kartı.

Here's some news for you. - İşte sizin için biraz haber.

işte
behold
işte
Here!, Here it is!, Here you are!, There you are!; See!, Look!; you see
işte
here you are
işte
aha
işte
at work

I'd like to spend less time at work and more time at home. - İşte daha az ve evde daha çok zaman geçirmek istiyorum.

I didn't get much sleep last night so I was nodding off all day at work. - Dün gece fazla uyuyamadım bu yüzden bütün gün işte uyukluyordum.

işte
lo
işte
as you see
işte
Here!/Here it is!
işte
See!/Look!/Behold!
işte
there

There's a party after work. - İşten sonra bir parti var.

There is a silver lining to every dark cloud! - Her işte bir hayır vardır!

affair

He has no connection with this affair. - Onun bu işle ile hiçbir bağlantısı yoktur.

You have no right to interfere in other people's affairs. - Diğer insanların işlerine karışmaya hakkın yoktur.

assignment

Any doubts with the assignment? - Ödevle ilgili kafasında soru işareti olan?

I have a lot of assignments to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

employment

They are crying to the government to find employment for them. - Onlara iş bulması için hükümete bağırıyorlar.

Workers are taking a financial beating in the employment crisis. - İşçiler iş krizinde mali yenilgi alıyorlar.

{i} cause

Tom causes me a lot of extra work. - Tom başıma fazladan iş çıkarıyor.

All the same, we still need a scientific account of how exactly pains are caused by brain processes. - Buna rağmen, bizim hâlâ ağrıların beyin işlemleri tarafından tam olarak nasıl neden olduğu hakkında bilimsel bir açıklamaya ihtiyacımız var.

{i} shop

Let's talk shop for a while. - Bir süre iş konuşalım.

I had to do all the housework, but I wish I had gone to the movies or shopping. - Bütün ev işlerini yapmak zorunda kaldım, ama keşke sinemaya ya da alışveriş yapmaya gitseydim.

{i} appointment

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

eh işte
so so
occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

He is not up to the task. - O, iş için uygun değil.

I cooperated with him in the task. - Görevde onunla işbirliği yaptım.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

{i} mission

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

{i} doing

The export business isn't doing well. - İhracat işi iyi yapılmıyor.

Illness prevented him from doing his work. - Hastalık onun işini yapmasını engelledi.

işte böyle
like this
işte böyle
Now you see how it is
gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

Memory is an essential function of our brain. - Bellek beynimizin önemli bir işlevidir.

What did they add this needless function for? - Bu gereksiz işlevi ne için eklediler?

işte böyle
like that
{i} show

She shows no zeal for her work. - O, işi için hiç gayret göstermedi.

Tom didn't show up for work today. - Tom bugün işe gelmedi.

{i} piece

Here's a piece of candy. - İşte bir parça şeker.

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

(bir işte) yan çizmek
evade
working

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

If you really need a job, why don't you consider working for Tom? - Eğer gerçekten bir işe ihtiyacın varsa, niçin Tom için çalışmayı düşünmüyorsun?

(Ticaret) shirking
trouble

Her novel ideas are time and again getting her into trouble with her more conservative colleagues. - Onun yeni fikirleri daha tutucu iş arkadaşlarıyla sık sık başını derde sokuyor.

Tom didn't have as much trouble finding a job as he thought he would. - Tom'un olacağını düşündüğü kadar çok bir iş bulma sorunu olmadı.

line

We should draw the line between public and private affairs. - Biz resmî ve özel işler arasına çizgi çizmeliyiz.

What line of work are you in? - Hangi iş dalındasınız?

hold

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

(Ticaret) labor

The labor unions had been threatening the government with a general strike. - İşçi sendikaları hükümeti genel grevle tehdit etmekteydi.

The laborers formed a human barricade. - İşçiler bir insan barikatı kurdu.

errand

Tom often runs errands for Mary. - Tom sık sık Mary'nin ayak işlerini yapar.

She is out on an errand. - O bir iş için dışarı gitti.

project

Mr Tom Jones has agreed to serve as the project leader for this new work item. - Bay Tom Jones bu yeni iş için proje lideri olarak görev yapmayı kabul etti.

We should collaborate on the project. - Proje üzerinde işbirliği yapmalıyız.

workings
(Ticaret) engagement
işte
you see
işte
work

When do you usually get off work? - Genellikle işten ne zaman ayrılırsın?

I didn't get much sleep last night so I was nodding off all day at work. - Dün gece fazla uyuyamadım bu yüzden bütün gün işte uyukluyordum.

işte
already

His mother was already home from work and had supper prepared. - Annesi işten eve zaten dönmüştü ve hazırlanmış akşam yemeğini yedi.

Shouldn't you be at work already? - Zaten işte olman gerekmiyor mu?

işte
see

I don't see how Tom can stay up all night and then be so wide awake at work. - Tom'un bütün gece nasıl ayakta kalabildiğini ve sonra işte nasıl uyanık kaldığını anlamıyorum.

See you at work tomorrow. - Yarın işte görüşürüz.

işte hayat böyle!
that's life
trade

Would you like to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misiniz?

Do you want to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misin?

deal

I have a great deal to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

I have a great deal to do tonight. - Bu gece yapacak çok işim var.

dealings

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

post

Here, your sentence is now consigned to posterity! - İşte, şimdi cümlen gelecek kuşaklara bırakıldı!

I postponed doing my housework for a few hours. - Ben, birkaç saatliğine ev işimi yapmayı erteledim.

commission
operation

I have a few questions about Tom's operation. - Tom'un işlemi hakkında birkaç sorum var.

Modern computers carry out ten to the ninth power (10^9) operations per second. - Modern bilgisayarlar saniyede on üzeri dokuz (10^9) işlem yapıyor.

occupational
concern

As far as I'm concerned, things are going well. - Bana kalırsa işler iyi gidiyor.

Tom always meddles in affairs that do not concern him. - Tom her zaman kendini ilgilendirmeyen işlere karışır.

position

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

The CEO's unwillingness to cooperate put us in a difficult position. - CEO'nun işbirliği yapma konusundaki isteksizliği bizi zor duruma soktu.

situation

I've got a situation to deal with. - İlgilenecek bir işim var.

Tom is usually useless in these situations. - Tom genellikle bu durumlarda işe yaramaz.

transaction

The businessman didn't dare withdraw from the transaction. - İş adamı işlemden çekilmeye cesaret etmedi.

Nowadays, cryptography is often used to make online communications and transactions more secure. - Günümüzde, kriptografi genellikle online iletişim ve işlemleri daha güvenli yapmak için kullanılır.

duty

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

He does one good deed every day. - O her gün bir sevap işler.

You have to turn words into deeds. - Sözleri işlere çevirmek zorundasın.

act

Actions speak louder than words. - Söze bakılmaz, işe bakılır.

And with that we finish the activities for today. - Ve böylelikle bugünlük işleri bitirdik.

shebang
action

Tom is all talk and no action. - Tom çok konuşan ve az iş yapan biridir.

Union members will vote today on whether to take industrial action. - Bugün sendika üyeleri iş yavaşlatma eylemi yapıp yapmayacaklarını oylayacak.

matter

The only thing that matters is whether or not you can do the job. - Önemli olan tek şey, işi yapabilip yapamayacağındır.

As a matter of fact, it is true. - İşin aslın bakarsan, o doğrudur.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
{i} place

It seems that certain operations cannot take place. - Belirli işlemler gerçekleşlmeyecek gibi görünüyor.

My brother is a well doer. He was just at the wrong place at the wrong time. - Erkek kardeşim iyi bir işyapandır. O sadece yanlış zamanda yanlış yerdeydi.

biz
Her işte bir hayır vardır
(Argo) Every cloud has a silver lining
activity

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

{i} calling

I'm calling in sick tomorrow. - Yarın işten hastalık izni alıyorum.

I don't like my wife calling me at work. - Karımın beni iş yerinde aramasından hoşlanmam.

of work
the work
{s} regulation

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

buisness
işte oraya, geridekileri de yaklaştırdık
That there, following the approach we have back
ağır işte çalışan kimse
drudge
ben bu işte yokum
i am out of that!
bu işte bir hikmet var
There must be a vital reason for it
eh işte
not bad
gecikmek (bir işte)
get behind in
her işte
right down the line
her işte
all along the line
her işte bir hayır vardır
(Atasözü) Everything we experience in life has its positive side
her işte parmağı olmak
to have a finger in every pie
ikinci işte çalışan kimse
moonlighter
ikinci işte çalışma
moonlighting
ikinci işte çalışmak
double
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
phys. work
job, employment, work
ergo
dealing

You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out. - Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

event, something
business, trade, commerce
(Hukuk) labour, work
doings
task; occupation
profession

Police revealed that the heist was the work of professionals. - Polis soygunun profesyonellerin işi olduğunu ortaya çıkardı.

Tom did a professional job. - Tom profesyonel bir iş çıkardı.

slang trick
business, matter, affair
secret or dubious side (of an affair)
establishment

This establishment attracts a clientele of both tourists and businessmen. - Bu şirket hem turistlerden hem de iş adamlarından müşteri çekiyor.

office

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

I have an important business to attend to in my office. - Ofisimde ilgilenecek önemli bir işim var.

ball game
elbow
enterprise

He has always associated with large enterprises. - O her zaman büyük işletmeler ile ilişki kurmuştur.

The success of the enterprise astonished everybody. - İşletmenin başarısı herkesi şaşkına çevirdi.

{i} service

May I be of further service? - Bir işe yarayabilir miyim?

The families of the factory workers need schools, hospitals, and stores, so more people come to live in the area to provide these services, and thus a city grows. - Fabrika işçilerinin ailelerinin okullara, hastanelere ve mağazalara ihtiyaçları vardır, bu yüzden bu hizmetleri sağlamak için daha fazla insan bölgede yaşamak için gelir. Böylece bir şehir gelişir.

things to do

I have a ton of things to do. - Yapacak bir sürü işim var.

I have better things to do than stand here and take your insults. - Burada durmak ve senin hakaretlerini dinlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

berth
gig#
traffic

It's horrible to get caught in rush hour traffic. - İş çıkışındaki yoğun trafiğe yakalanmak korkunçtur.

My father was late for work this morning because of a traffic jam. - Babam bu sabah trafik sıkışıklığı nedeniyle işe geç kaldı.

load

Tom was so loaded with work that he would forget to eat. - Tom işle o kadar çok meşguldü ki yemek yemeyi unutacaktı.

Here comes another bus load of tourists. - İşte başka bir otobüs dolusu turist geliyor.

incumbency
piece of work

He's a real piece of work. - O, işin gerçek bir parçası.

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

{i} works

Tom is not a lazy boy. As a matter of fact, he works hard. - Tom tembel bir çocuk değildir, İşin aslına bakarsanız, o çok çalışır.

The mandatory character of schooling is rarely analyzed in the multitude of works dedicated to the study of the various ways to develop within children the desire to learn. - Eğitimin zorunlu karakteri çocukların içinde öğrenme arzusu geliştirmek için çeşitli şekillerde çalışmaya adanmış işlerin çokluğunda nadiren analiz edilir.

{i} ploy
{i} spindle
{i} billet
işte
here is

Here is the final agenda for the meeting on June 16th. - 16 Haziran'daki toplantı için işte son gündem.

Here is a letter for you. - İşte senin için bir mektup.

işte mesele bu
that's the point
işte o kadar
that's the cheese
işte o kadar
that's flat
işte olmak
to be at work
işte tecrübe sahibi
well versed in business
işte tecrübe sahibi
well up in business
Turkish - Turkish
ıhı
işte
Anlatılan şeye dikkat çekmek için kullanılır
işte
Anlatılan bir sözün sonucuna gelindiğini gösterir
işte
Gösterilirken veya bir şeye işaret edilirken söylenir
işte
Anlatılan bir sözün sonucuna gelindiğini gösterir: "İşte bütün manzara budur!"- R. E. Ünaydın
işte
Anlatılan şeye dikkat çekmek için kullanılır: "Ekmek, peynir, yumurta, marul, limon, ne bulursan al işte."- N. Cumalı
Emek, işçilik, ustalık. İşlem
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB
i̇şte
Favorites