in one manner or degree; for one purpose alone; simply; merely; barely

listen to the pronunciation of in one manner or degree; for one purpose alone; simply; merely; barely
الإنجليزية - التركية

تعريف in one manner or degree; for one purpose alone; simply; merely; barely في الإنجليزية التركية القاموس.

only
sırf
only
yalnızca

Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi. - Only a few people showed up on time.

Ödevini yaptın mı? Toplantı yalnızca iki gün sonra. - Did you do your homework? The meeting is only two days away.

only
sadece

Sadece birkaç kişi beni anladı. - Only a few people understood me.

Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan. - The pilaf with meat is eight yuan. The vegetarian pilaf is only four yuan.

only
sade

Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan. - The pulao with meat is eight yuan. The vegetarian pulao is only four yuan.

Geçmiş sadece bilinir, değişmez. Gelecek ise sadece değişir, bilinmez. - The past can only be known, not changed. The future can only be changed, not known.

only
yalnız

Ödevini yaptın mı? Toplantı yalnızca iki gün sonra. - Did you do your homework? The meeting is only two days away.

Yalnızca kütüphanede çalışırım. - I only study in the library.

only
{s} biricik

Biricik kızımız kanserden öldü. - Our only daughter died of cancer.

Sen onun biricik arkadaşıydın. - You were his only friend.

only
{s} bir tek, eşsiz, biricik, yegâne. z
only
bağlaç bir tek
only
safi
only
bir tek

Bir tek geleceğe şu inananlar, o ana inanır. - Only those who believe in the future believe in the present.

Herkesin gidebileceği bir evi, sığınabileceği bir yuvası var. Benim evim çöllerdir, yurdum çorak topraklar. Kuzey rüzgarı ışığım, yağmurda bir tek paklanırım. - Everyone has a house to go to, a home where they can find shelter. My house is the desert, my home the barren heath. The north wind is my fire, the rain my only bath.

only
ne var ki
only
{s} ancak

O tür bir şeyi yapmaya ancak Tom'un cesareti vardı. - Only Tom would have the guts to do that kind of thing.

Tom ancak kendini suçlayabilir. - Tom has only himself to blame.

only
ama

İstasyona aceleyle gittik, ama treni kaçırdık. - We hurried to the station only to miss the train.

Tom çok çalıştı ama sınavda başarısız oldu. - Tom worked hard only to fail the exam.

only
bağlaç bundan başka
only
daha

Tom'un Boston'da sadece bir gecesi daha var. - Tom has only one more night in Boston.

Keşke sınav için daha sıkı çalışsaydım. - If only I had studied harder for the exam.

only
(bağlaç) yalnız, ama, fakat
الإنجليزية - الإنجليزية
only
in one manner or degree; for one purpose alone; simply; merely; barely

    الواصلة

    in one man·ner or degree; for one pur·pose alone; simply; merely; bare·ly

    النطق

المفضلات