Bütün pastayı yiyecek mi?
 - Will he eat the whole cake?
Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.
 - I spent the whole afternoon chatting with friends.
O, yarışı birinci bitirdiğinde, tüm ülke için bir zaferdi.
 - It was a victory for the whole country when he finished first in the race.
Bu pencere tüm şehre bakıyor.
 - This window overlooks the whole city.
Tamamen yeni bir dünya.
 - It's a whole new world.
Tom bütün gece tamamen uyanık kaldı.
 - Tom remained wide awake the whole night.
Bütün, parçaların toplamından daha büyüktür.
 - The whole is greater than the sum of the parts.
Ailesi için sağlıklı yemekler hazırlar.
 - She prepares wholesome meals for her family.
Sağlığımı geri kazanmak tam bir yılımı aldı.
 - It took me a whole year to recover my health.
Gruplar ya küçük bir toplulukla ya da tüm dünya ile bir ilgi paylaşmak için iyi bir yoldur.
 - Groups are a good way to share an interest with either a small community or the whole world.
İlk olarak bir C kursu aldığım zaman sınıfta açıklanan tek bir şeyi anlayamadım. Allah'a şükür ki bütün topluluğun nasıl çalıştığını bana açıklamak için bir programcı olan bir arkadaşım var.
 - When I first took a C course, I couldn't understand a single thing explained in class. Thank God I got a friend of mine who's a programmer to explain to me how the whole caboodle works.