Dünya ve Güneş, Samanyolu Galaksi'sindeki milyarlarca yıldız arasında sadece ufacık noktadırlar.
- The Earth and Sun are just tiny dots among the billions of stars in the Milky Way Galaxy.
Bebek ufacık elini uzattı.
- The baby held out his tiny hand.
Tom, Mary'nin donutundan küçücük bir ısırık aldı.
- Tom took a tiny bite out of Mary's donut.
Bu küçücük köyde elli aile yaşıyor.
- Fifty families live in this tiny village.
Mary minik sulama kutusuyla annesinin bahçeyi sulamasına yardım etti.
- Mary helped her mother water the garden with her tiny watering can.
Fiber-optik kablolar insan kılları kadar ince minik cam elyafından oluşur.
- Fiber-optic cables are made up of tiny glass fibers which are as thin as human hairs.
Onu son gördüğünde, o sadece minnacık bir bebekti.
- The last time you saw her, she was just a tiny baby.
Sen onu son gördüğünde o daha minik bir bebekti.
- The last time you saw her, she was just a tiny baby.
Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.
- Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch.
Sadece küçük bir sorun var.
- There's just one tiny problem.
Tom Mary'nin gözlemesinden küçük bir lokma aldı.
- Tom took a tiny bite of Mary's donut.
O, hayatımda şimdiye kadar gördüğüm en ufak hamam böceğiydi.
- That was the tiniest cockroach I've ever seen in my life.
Benim odam çok küçük.
- My room is very small.
Çok küçük gelirimle yaşamak zorundayım.
- I have to live on my very small income.
That was the smallest house I've ever seen.
... with a tiny universe where everything was all in one place. ...
... tiny, tiny, tiny little pipe that's super slow. ...