Jake çabucak topu takım arkadaşına attı.
- Jake quickly threw the ball in to his teammate.
Tom harika bir takım arkadaşıydı.
- Tom was a great teammate.
Bir takım yıldızındaki bireysel yıldızlar birbirlerine çok yakın görünebilir fakat aslında onlar uzayda büyük mesafelerle ayrılabilir ve birbirleriyle hiç gerçek bağlantısı yoktur.
- The individual stars in a constellation may appear to be very close to each other, but in fact they can be separated by huge distances in space and have no real connection to each other at all.
Bireysel özgürlük demokrasinin temelidir.
- Individual liberty is the essence of democracy.
İş yerindeki adamların karının seni başka bir kadın için terk ettiğini duyuncaya kadar bekle.
- Wait till the guys at work hear that your wife left you for another woman.
Ne! Sen hâlâ o adamla birlikte misin? ve biz cevaplarız: Ne yapabilirim! Onu seviyorum!
- What! You're still with that guy? and we answer: What can I do! I LOVE him!
Tom öyle herifleden nefret eder.
- Tom hates guys like that.
Hadi yakalayalım şu herifi.
- Come on let's catch that guy.
Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
- You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
Bilal bilgili bir kişidir.
- Bilal is a person of knowledge.
Benim en iyi dostum bir kitaptır.
- My best friend is a book.
Gerçek dostluk paha biçilmezdir.
- True friendship is priceless.
O hiç centilmen değil.
- He is not at all a gentleman.
O gerçek bir centilmen.
- He is a real gentleman.
Bir bireyin hakları ve sorumlulukları vardır.
- An individual has rights and responsibilities.
Bireysel özgürlüklere saygılı olmalıyız.
- We must respect individual liberty.
İstasyonda güvenilir bir beyefendiyle karşılaştım.
- I met a certain gentleman at the station.
Sir Harold kibar bir İngiliz beyefendisi.
- Sir Harold is a fine English gentleman.
Sadece Tom'la ortak oldum.
- I just made Tom partner.
Biz rakibiz, ortak değil.
- We're competitors, not partners.
Saçma bir gece kulübündeyim, ahbap!
- I'm in a fricking nightclub, dude!
Biraz şarap içelim mi, ahbap?
- Are we gonna get some wine, dude?
Bana yardım ettiğin için teşekkürler, ahbap.
- Thank you for helping me, pal.
Onu izlesen iyi olur, ahbap.
- You'd better watch it, buddy.
Hiç çocukların var mı?
- Do you have any kids?
Çocukken pamuklu şekerin ve bulutların benzer olduklarını düşünürdüm.
- When I was a kid, I used to think that fairy floss and clouds were alike.
Bugün, bir sürü insan işsiz kalma konusunda endişeleniyor.
- Today, many people worry about losing their jobs.
Asya'da bir sürü insan vardır.
- There are many people in Asia.
Kaç tane erkek kardeşin var?
- How many brothers do you have?
Bir kadın erkeksiz bir şey değildir.
- A woman without a man is nothing.
Bu, saatini bulan delikanlı.
- This is the boy who found your watch.
Parkta bir sürü delikanlı çalışıyor.
- A lot of boys are running in the park.
Üniversite arkadaşım terör karşıtı.
- My university friend is against terror.
Süngerbob ve Patrick arkadaştır.
- Spongebob and Patrick are friends.
Küçük oğlan hayvanat bahçesinde.
- The little boy is at the zoo.
Oğlana gönderilen mektupta ilginç bir öykü vardı.
- There was an interesting story in the letter to the boy.
Ben erkek çocukların şarkı söylediğini duydum.
- I heard the boys singing.
Ağacın altında bazı erkek çocukları var.
- There are some boys under the tree.
Eşinizle nasıl tanıştınız?
- How did you meet your partner?
Tom asla benim eşim değildi.
- Tom was never my partner.
Toplum ve birey birbirinden ayrılamazlar.
- Society and the individual are inseparable.
Eğer herkesle ve herhangi biriyle arkadaş olursan, çok geçmeden insanlar senin insanları memnun eden biri olduğunu düşünecekler.
- If you buddy up to everybody and anybody, pretty soon people will think you're just a people-pleaser.
Arkadaşım dikkatsizce sürmez.
- Buddy doesn't drive carelessly.
Şirket birleşmeler ve diğer fırsatlar üzerinde çalışmak için 25 yeni ortak ekledi.
- The firm has added 25 new associates to work on mergers and other deals.
Dan, ortaklarına yalan söyledi.
- Dan lied to his associates.
Tom yirmi altı yaşındayken hayat arkadaşı Mary'yle tanıştı.
- Tom met his life mate, Mary, at the age of twenty six.
O benim iş arkadaşımdır.
- He is my working mate.
Parayı arkadaşımla yarı yarıya paylaştım.
- I halved the money with my pal.
Tom'un Avustralya'da bir kalem arkadaşı var.
- Tom has a pen pal in Australia.
Onun kişisel bir konuşma tarzı vardı.
- She had an individual style of speaking.
Benim küçük erkek kardeşim on iki yaşında.
- My kid brother is twelve.
Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.
- Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil.
Neden kankam bir geri zekalı?
- Why is my buddy an idiot?
İstasyonda güvenilir bir beyefendiyle karşılaştım.
- I met a certain gentleman at the station.
Tom'un her inçi bir beyefendi idi.
- Tom was every inch a gentleman.
Siz çocuklar takılmak istemez misiniz?
- Don't you guys hang out?
Fransızca çalışıyor olmalıyım ama siz arkadaşlarla takılmak daha eğlenceli.
- I should be studying French, but it's more fun hanging out with you guys.
O, güzel bir arkadaş gibi görünüyor.
- He seems to be a nice fellow.
Kallben iyi bir arkadaştır.
- He was a good fellow at heart.
Büyük bir hata yaptın, kardeş.
- You made a big mistake, buddy.
Tom gibi insanlarla arkadaşlık etmem.
- I don't associate with people like Tom.
Onun birçok tanıdıklar ancak birkaç arkadaşı var.
- He has many acquaintances but few friends.
O gerçekten bir arkadaş değil, sadece bir tanıdık.
- He is not really a friend, just an acquaintance.
Sendika yönetimle pazarlık yaptı.
- The union bargained with the management.
Mike yönetim kurulunda tek erkek.
- Mike is the only man on the board.
Dr. Hellebrandt bu mükemmel üniversitede yardımcı doçenttir.
- Dr. Hellebrandt is an associate professor in that excellent university.
Tom sadece bir iş ortağı.
- Tom is just a business associate.
O, benim iş ortağımdı.
- He was my business associate.
Biz politikacıları iki yüzlülük ile ilişkilendirmek eğilimindeyiz.
- We tend to associate politicians with hypocrisy.
Üç iştirakçi yeni bir şirket kuracak.
- The three associates will set up a new company.
Erkek arkadaşım akıllı, yakışıklı, ve cana yakındır.
- My boyfriend is smart, handsome, and friendly too.
Tom Mary'nin o kadar cana yakın olacağını ummuyordu.
- Tom didn't expect Mary to be so friendly.
Köpekler insanın en yakın arkadaşlarıdır.
- Dogs are man's closest friends.
Adanın sakinleri cana yakındır.
- The inhabitants of the island are friendly.
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
- Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
Ben genç bir çocukken annem bana hikayeler okurdu.
- My mother used to read me stories when I was a young kid.
Daha genç çocuklarla uğraşmayın.
- Don't pick on younger kids.
Midesi dolu olan bir insan kimsenin aç olduğunu düşünmez.
- A man with a full belly thinks no one is hungry.
Hiç kimse boş mideyle vatansever olamaz.
- No man can be a patriot on an empty stomach.
El ile sürebilir misin?
- Can you drive manual?
Onlar karı koca oldu.
- They became man and wife.
Rahip onları koca ve karı ilan etti.
- The priest pronounced them man and wife.
Hiç kimse adaylığı kazanmak için yeterli oy almadı.
- No man received enough votes to win the nomination.
Mağazayı pek çok kişiye sordum, ancak kimse onu duymamıştı.
- I asked many persons about the store, but no one had heard of it.
Hayatım boyunca, tüm dünyada seyahat etmekten ve birçok farklı uluslarda çalışmaktan büyük zevk aldım.
- Throughout my life, I've had the great pleasure of travelling all around the world and working in many diverse nations.
Neden odun kesmekten büyük zevk alan bu kadar çok insan olduğunu biliyorum. Bu aktivitede sonuçları hemen anında görürsünüz. -- Albert EINSTEIN
- I know why there are so many people who love chopping wood. In this activity one immediately sees the results. -- Albert EINSTEIN
Gerçek bir beyefendi bir bayanı bekletmemeli.
- A true gentleman must not keep a lady waiting.
Bay Hawk nazik bir beyefendidir.
- Mr. Hawk is a kind gentleman.
Tom sempatik bir adam.
- Tom is a likeable person.
Donald Trump ünlü bir iş adamıdır.
- Donald Trump is a famous business person.
Vay be, bu cümle de amma tantana kopardı.
- Boy, that sentence sure caused a kerfuffle.
Sami dostu olan itfaiyecilerle takılıyordu.
- Sami hanged out with his fellow fire fighters.
Böyle bir adamla tartışılmayacağını bilecek kadar akıllı olmalısın.
- He ought to know better than to quarrel with such a fellow.
Şu adam doğruyu yanlıştan ayıramaz.
- That fellow can't tell right from wrong.
Adamı örnek bir beyefendi olarak tanımladı.
- He described the man as a model gentleman.
Sen bir beyefendi ve bir bilim adamısın.
- You're a gentleman and a scholar.
Bütün adamlar onunla alay ettiler.
- The guys all made fun of him.
Bugünlerde, müşteri hizmetlerinde deneyimi olan kişiler arıyoruz.
- We are currently looking for individuals who have experience in customer service.
Onun kişisel bir konuşma tarzı vardı.
- She had an individual style of speaking.
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
- Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
Her insan bir bireydir.
- Each human being is an individual.
Sağlıklı olan adam sağlığın değerini bilmez.
- A healthy man does not know the value of health.
Polis bir adamla sokakta konuştu.
- The policeman spoke to a man on the street.
O, kolay pes eden bir tip değildir.
- He is not the sort of guy who gives in easily.
O, kadınları ciddiye almayan adam tipidir.
- He's the type of guy who doesn't take women very seriously.
Biz politikacıları iki yüzlülük ile ilişkilendirmek eğilimindeyiz.
- We tend to associate politicians with hypocrisy.
Biz özgürlük dediğimizde onu Lincoln ile ilişkilendiriyoruz.
- When we say liberty, we associate it with Lincoln.
Which of these phrases do you associate with the pictures?.
O Bill ile işbirliği yapmak istemiyor.
- She doesn't like to associate with Bill.
Oğullarım benim her şeyimdir.
- My boys are my everything.
Benim bütün oğullarım büyüdü.
- My boys are all grown up.
Çocuk okumayı beceriyormuş gibi yapıyordu, ama kitabı baş aşağı tutuyordu.
- The boy pretended he could read, but he was holding the book upside down.
Bütün erkekler aşağıya baktı.
- All the boys looked down.
Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi.
- Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.
Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
- Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
See.
He looked like an innocent child, smiling, wide-eyed, his cheeks plump and rosy, defying the object of his insults to take offence. For they were insults, Guy was in no doubt about that. Leonora's brother was implying that his name was far too upper-class for its possessor.
An associate member of the club.
She associates with her coworkers on weekends.
An associate editor.
Don't boy me!.
I like the boy.''.
Dost thou call me fool, boy?.
Here, boys, heel; yes, Bobby, show the puppies how, good boy!.
Steve is a boy of 16.
That's my boy.
When the 'dipenda' (independence movement) in Belgian Congo turned violent, the white colonisators' often materially privileged black domestic boys were mistrusted and often abused as collaborators.
Boy, I wish I could go to Canada!.
Me and my boy grew up together in Southside.
Hey, buddy, I think you dropped this.
They have been buddies since they were in school.
drinking buddies.
Dude don't know what's good for him.
I’m not a friend of cheap wine.
You’d better watch it, friend.
To make a function be a friend to a class, the reserved word friend precedes the function prototype.
One of the most used features of MySpace is the practice that is nicknamed friending. If you friend someone, then that person is added to your MySpace friends list, and you are added to their friends list.
Lo sluggish Knight the victors happie pray: / So fortune friends the bold .
Latrobe had extensive dealings with Jefferson, the most prominent gentleman-architect in the United States.
I wonder what those guys are doing with that cat?.
The dog's left foreleg was broken, poor little guy.
This guy, here, controls the current, and this guy, here, measures the voltage.
Terry Kilmartin , applauded for every ‘um’ and ‘ah’, knew that he was being guyed and had the charm to make it funny.
Jane considers that guy to be very good looking.
As we can't print them all together, the individual pages will have to be printed one by one.
individual personal pension; individual cream cakes.
His horse won by three lengths.
- Onun atı üç boy farkla kazandı.
I walked the length of the street.
- Cadde boyunca yürüdüm.
The argument is rigorous and coherent but ultimately unconvincing.
- Bu tartışma titiz ve tutarlı ama sonuçta inandırıcı.
So ultimately, with Tatoeba we are only building the foundations… to make the Web a better place for language learning.
- Yani sonuçta, Web'i dil öğrenmede daha iyi bir yer yapmak için biz Tatoeba ile sadece temelleri inşa ediyoruz.
His motorcycle is the latest model.
- Onun motosikleti en son model.
His latest novel is well worth reading.
- Onun en son romanı okumaya değer.
The last time I went to China, I visited Shanghai.
- Çin'e gittiğim en son zaman, Şangay'ı ziyaret ettim.
Date of last revision of this page: 2010-11-03
- Bu sayfanın son güncellenme tarihi: 2010.11.03
Tom and Jim are the same height.
- Tom ve Jim aynı boydalar.
Meg is about the same height as Ken.
- Meg Ken ile yaklaşık aynı boydadır.
I haven't read the final page of the novel yet.
- Romanın son sayfasını henüz okumadım.
Because of hunger and fatigue, the dog finally died.
- Açlıktan ve yorgunluktan dolayı, köpek sonunda öldü.
The Gauls are close to the Germanic tribes.
- Galyalılar, Germen boylarına yakındır.
Members of that tribe settled along the river.
- O kabilenin üyeleri nehir boyunca yerleşti.
It was clear to everyone that the vote would be close.
- Seçim sonucunun yakın olacağı herkes tarafından biliniyordu.
He went to the store at the last minute, just before it closed.
- O, tam kapanmadan önce, o son dakikada dükkâna gitti.
Hurry up, or you will be late for the last train.
- Acele et, yoksa son treni kaçıracaksın.
He returned home three hours later.
- Üç saat sonra eve geri döndü.
He talked about ending the war in Korea.
- Kore'deki savaşa son verme hakkında konuştu.
I like stories that have sad endings.
- Hüzünlü sonları olan hikayeleri severim.
That adds a new dimension to our problem.
- O, sorunumuza yeni bir boyut kattı.
What are the dimensions of the room?
- Odanın boyutları nedir?
It is important to recognize the extent of one's ignorance.
- Birinin cehaletinin boyutunu bilmek önemlidir.
Layla's letters revealed the extent of her racism.
- Leyla'nın mektupları onun ırkçılığının boyutlarını ortaya çıkardı.
I am not a dwarf. I am of short stature.
- Ben cüce değilim. Kısa boyluyum.
Tom was small in stature.
- Tom boy olarak küçüktü.
I have a full-length mirror in my bedroom.
- Yatak odamda bir boy aynası var.
Tom stood in front of a full-length mirror, looking at himself.
- Tom kendisine bakarak bir boy aynasının önünde durdu.
Do you have these shoes in my size?
- Bu ayakkabılardan benim boyutumda olanından sizde var mı?
Your book is double the size of mine.
- Senin kitabın benimkinin boyutunun iki katı kadar.
I wish I could figure out how to get my car painted without paying a lot of money.
- Keşke çok para ödemeden arabamı nasıl boyatacağımı bulabilsem.
Tom figured it would take him a full day to finish painting the garage.
- Tom garajı boyamayı bitirmenin onun bir gününü alacağını düşündü.
The conclusion reached by a study is People who think their feet are smelly, have smelly feet; people who think they aren't, don't.
- Bir çalışma ile ulaşılan sonuç ayaklarının pis koktuğunu düşünen insanların kötü kokan ayakları vardır; ayaklarının kötü kokmadığını düşünen insanların yoktur.
I came to the conclusion that I had been deceived.
- Ben aldatılmış olduğum sonucuna vardım.
Tom sat at the bottom of the stairs wondering what he should do next.
- Tom daha sonra ne yapması gerektiğini merak ederek merdivenlerin alt kısmında oturdu.
I'll bet my bottom dollar he'll succeed.
- Onun başaracağına dair son dolarımla bahse girerim.
Having finished my work, I left the office.
- İşimi bitirdikten sonra bürodan ayrıldım.
A few minutes after he finished his work, he went to bed.
- İşini bitirdikten birkaç dakika sonra, o yatmaya gitti.
He was the only recourse for his family after his father's death.
- O, babasının ölümünden sonra ailesi için baş vurulacak tek kişiydi.
You shouldn't sleep with a coal stove on because it releases a very toxic gas called carbon monoxide. Sleeping with a coal stove running may result in death.
- Kömür sobasıyla uyumamalısınız. Çünkü karbonmonoksit olarak adlandırılan çok zehirli bir gaz içerir. Kömür sobasıyla uyumak ölümle sonuçlanabilir.
The first minutes after a heart attack are crucial.
- Bir kalp krizinden sonra ilk dakikalar çok önemlidir.
The end of which there were two little sketches of rhetoric and logic, the latter finishing with a specimen of a dispute in the Socratic method.
- Onun sonunda konuşma sanatı ve mantık ile ilgili , Socrates metodunda herhangi bir anlaşmazlık örneği ile biten ikincisinin sonunda iki küçük skeç vardı.
Fish and meat are both nourishing, but the latter is more expensive than the former.
- Hem balık hem de et besleyici fakat sonraki öncekinden daha pahalı.
Sami learned he had terminal cancer.
- Sami son aşamada bir kanseri olduğunu öğrendi.
The last witness sealed the prisoner's fate.
- Son tanık mahkûmun kaderini belirledi.
What will happen in the eternal future that seems to have no purpose, but clearly just manifested by fate?
- Hiçbir amacı yokmuş gibi görünen ama var olmaktan başka bir kaderi olmadığı da açık olan bir sonsuzluktaki sonsuz gelecekte neler olacak?
The room looks different after I've changed the curtains.
- Perdeleri değiştirmemden sonra oda farklı görünüyor.
It made me supremely happy.
- Bu beni son derece mutlu etti.
The bus is full. You'll have to wait for the next one.
- Otobüs dolu. Bir sonraki için beklemeniz gerekecek.
I'm working full time in a bookshop until the end of September.
- Eylül sonuna kadar bir kitapçıda tam gün çalışıyorum.
The latest issue of the magazine will come out next Monday.
- Derginin son basımı gelecek pazartesi yayınlanacak.