tamlık

listen to the pronunciation of tamlık
Турецкий язык - Английский Язык
precision
accuracy
nicety
completeness
exactitude
plenitude
exactness
precision, integrity, accuracy
preciseness
thoroughness
truth
faithfulness
complement
wholeness
entirety
integrity
particularity
totality
tam
{s} whole

She got full marks by memorizing the whole lesson. - O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.

There is nothing like a glass of beer after a whole day's work. - Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.

tam
{s} complete

He was completely absorbed in his work. - Tamamen işine dalmıştı.

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.

tam
exact

I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday. - Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.

The plane arrived exactly at nine. - Uçak tam olarak dokuzda vardı.

tam
{s} full

He reported fully what he had seen to the police. - O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.

He fully realizes that he was the cause of the accident. - Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.

tam
{s} overall
tam
{s} accurate

That's not completely accurate. - O tamamen doğru değil.

This seems entirely accurate. - Bu tamamen doğru gibi görünüyor.

tam
proper

The facts weren't properly understood. - Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.

Did you clean your room properly? There's still dust over here. - Odanı tam olarak temizledin mi? Burada hala toz var.

tam
just

Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger. - Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.

Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'. - Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.

tam
{s} literal

After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally. - Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.

I was literally stunned by what I saw. - Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.

tam
(Ticaret) total

You guys are totally clueless. - Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.

Tom looks totally wiped out. - Tom tamamen yok olmuş görünüyor.

tam
quite

The bear is quite tame and doesn't bite. - Ayı tamamen uysal ve ısırmaz.

I don't quite agree with you. - Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.

tam
{s} thorough

I checked Tom thoroughly. - Tom'u tamamen kontrol ettim.

They got thoroughly wet in the rain. - Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.

tam
{s} simple

It wasn't quite that simple. - O tam olarak o kadar basit değildi.

tam
{s} correct

Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say. - İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.

Please tell me the correct time. - Lütfen bana tam saati söyle.

tam
perfect

I assure you Tom will be perfectly safe. - Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.

Tom is perfectly satisfied with his current salary. - Tom şu anki aylığından tamamen memnun.

tam
on the beam
tam
refined
tam
literally

Does the city literally owe its existence to Mussolini? - Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?

After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally. - Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.

tam
slipt
tam
particular
tam
undivided

Tom had Mary's undivided attention. - Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.

tam
sound

It sounds exactly like Tom. - O tam Tom'a benziyor.

Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say. - İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.

tam
flat

I offered to fix Tom's flat tire. - Tom'un patlak tekerini tamir etmeyi önerdim.

Her girlfriend is completely flat-chested. - Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.

tam
superb
tam
smack in
tam
every bit

He is every bit a gentleman. - O, tam bir beyefendi.

tam
definite

Okay, okay, said the doctor. I'll definitely take a look at her. - Tamam, tamam, dedi doktor. Ben kesinlikle ona bir göz atacağım.

It's definitely a full-time job. - O kesinlikle tam zamanlı bir iştir.

tam
grand

My grandfather owned a car just like this. - Büyük babam tam böyle bir arabaya sahip oldu.

I don't remember my grandmother's face accurately. - Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

tam
smack into
tam
integrate
tam
diagnostic
tam
as well
tam
smack onto
tam
precision
tam
smack on
tam
definitive
tam
unerring
tam
from a to z
tam
unrelieved
tam
exactly

The plane arrived exactly at nine. - Uçak tam olarak dokuzda vardı.

You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary. - Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.

tam
true

Tom couldn't completely rule out the possibility that what Mary said was true. - Tom, Mary'nin söylediğinin gerçek olduğu ihtimalini tamamen görmezden gelemedi.

The statement is not wholly true. - İfade tamamen gerçek değil.

tam
outright

This translation is outright wrong. - Bu çeviri tamamen yanlış.

tam
bang
tam
regular
tam
entire

You won't be let down if you read the entire book. - Kitabın tamamını okursanız hayal kırıklığına uğramazsınız.

See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much. - Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.

tam
precisely

Tom knows precisely what he's doing. - Tom ne yaptığını tam olarak biliyor.

Tom knows precisely how Mary feels. - Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.

tam
crass
tam
due

Due to severe educational influence the child became a wholly different person. - Ciddi bir eğitim etkisi nedeniyle çocuk tamamen farklı bir kişi haline geldi.

Due to global warming, cities could be completely submerged. - Küresel ısınmadan dolayı, şehirler tamamen batırılmış olabilir.

tam
very

He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.

He was detected in the very act of stealing. - O, tam çalma anında tespit edildi.

The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper. - Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.

tam
utter

It is utterly impossible to finish the work within a month. - Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.

Tom is utterly obsessed with food. No wonder Mary dumped him! - Tom tamamen yiyeceklere saplantılı. Mary'nin onu terkettiğine şaşmamalı.

tam
graphic
tam
implicit
tam
unadulterated
tam
absolute

It's an absolute waste of time to wait any longer. - Daha fazla beklemek tam bir zaman kaybıdır.

Stay absolutely still. - Tamamen hareketsiz dur.

tam
truly
tam
intact
tam
sharp

The bus stopped sharply. - Otobüs tam vaktinde durdu.

The meeting began at nine o'clock sharp. - Toplantı tam dokuzda başladı.

tam
precise

What precisely are you doing? - Tam olarak ne yapıyorsun?

Tom knows precisely how Mary feels. - Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.

tam
strict

My interest in politics is strictly academic. - Siyasete ilgim tamamen akademik.

Our relationship is strictly professional. - İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.

tam
full-blown
tam
finished

They finished eighty miles' journey. - Onlar seksen millik yolculuğu tamamladılar.

I haven't quite finished eating. - Ben yemeği tamamen bitirmedim.

tam
immaculate
tam
direct

I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya. - Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.

tam
unqualified
tam
veritable
tam
unabridged
tam
good

Ted is good at repairing watches. - Ted saatleri tamir etmede iyidir.

The place just doesn't look as good as it used to. - Yer tam eskisi kadar iyi gözükmüyor.

tam
desperately
tam
completely

Are you completely through with your homework? - Sen tamamen ödevlerin aracılığıyla mısın?

Her words were completely meaningless. - Onun sözleri tamamen anlamsızdı.

tam
just as

The food athletes eat is just as important as what kind of exercises they do. - Sporcuların yedikleri yiyecek tam olarak ne tür egzersizleri yaptıkları kadar önemlidir.

Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'. - Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.

tam
a full
tam
complete of
tam
{s} mathematical

Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me. - Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.

tam
blank
tam
even

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.

tam
plunk
tam
complete, entire, whole; exact, precise, perfect; prompt, sharp; just, very; completely, exactly, precisely, bang
tam
fully, completely: tam teşekküllü bir hastane a fully equipped hospital. Görevini tam yapmanı istiyorum. I want you to carry out your duty to the full
tam
at the time

I was right there with Tom at the time. - Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.

tam
prompt
tam
fully

My house is fully insured. - Evim tam sigortalıdır.

I was fully alive to the danger. - Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.

tam
all out

Your ideas are all out of date. - Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.

tam
the very

I found the very thing you had been looking for. - Tam aradığın şeyi buldum.

This is the very video I have been looking for. - Bu tam aradığım video.

tam
exactly; right; immediately; precisely; just: Orada tam yedi yıl çalıştı. He worked there for exactly seven years. Tam zamanında geldin. You've come right on time. Tam karşımda oturuyordu. She was sitting immediately opposite me. Şimdi tam sırası! Now's just the right time! Tam istediğiniz gibi yaptım. I did it just as you wanted me to
tam
downright

It sounds downright frightening. - Bu tamamen korkutucu görünüyor.

This place is downright creepy. - Bu yer tamamen tüyler ürpertici.

tam
whole, full; complete, perfect: tam ekmek a whole loaf of bread. tam maaş full salary. tam iki kilo a full two kilos. tam yetki full authority/full power. tam istihdam full employment. tam üye full member. tam pansiyon full pension/full room and board. tam bir Fransız a Frenchman through and through. tam bir ziyafet a real banquet. tam bir rezalet an out-and-out disgrace
tam
bang on
tam
slap bang
tam
consummate
tam
factual
tam
out and out
tam
accomplished

They accomplished their task without any difficulty. - Görevlerini bir zorluk olmadan tamamladılar.

The first stage of the operation has been accomplished. - Operasyonun ilk aşaması tamamlandı.

tam
straight

Tom sat alone, staring straight ahead. - Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.

She told the joke with a completely straight face. - O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.

tam
trueborn
tam
engrained
tam
rightdown
tam
to a T
tam
stark
tam
holo
tam
dead

The party was perfectly deadly. - Parti tamamen sıkıcıydı.

All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental. - Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.

tam
slick
tam
ingrained
tam
(Hukuk) integral

Death is an integral part of life. - Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.

tam
right

Tom arrived at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right. - Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.

tam
clear

Before understanding the situation clearly, he hastily gave his opinion. - Meseleyi daha tam anlamadan, alelacele fikrini söyledi.

I still clearly remember. It was seven or eight years ago. Where exactly? Were you also there? - Hâlâ apaçık hatırlıyorum. Yedi ya da sekiz yıl önceydi. Tam olarak nerede? Sen de orada mıydın?

tam
according to Cocker
tam
{s} rank
tam
spot on
tam
{s} positive
tam
{s} unalloyed
tam
{s} unmitigated

His speech was an unmitigated disaster. - Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.

tam
{s} intimate
tam
{s} prize
tam
ingrain
tam
unobstructed
tam
{s} unambiguous
tam
{s} unredeemed
tam
{s} plenary
tam
root and branch
tam
{s} square
tam
{s} thoroughgoing
tam
{s} unreserved
tam
repair

Can you repair these shoes? - Bu ayakkabıları tamir edebilir misin?

I will only buy the car if they repair the brakes first. - Frenleri tamir ederlerse, arabayı satın alacağım.

tam
allout
tam
{s} solid
tam
orthodox
tam
{s} plumb

Who should I call to fix my plumbing? - Su tesisatımı tamir etmek için kimi aramalıyım?

Are you the guy who's going to help us fix our plumbing? - Su tesisatımızı tamir etmemize yardım edecek adam sen misin?

tam
{s} round

America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America. - Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.

tam
{s} sheer

It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train. - Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.

It is a sheer waste of time. - O tamamen zaman kaybı.

Английский Язык - Английский Язык
Турецкий язык - Турецкий язык
Eksik olmama durumu, olgunluk: "... bin bir çeşit meziyet, fazilet, tamlık ve kemal..."- R. H. Karay
Eksik olmama durumu, olgunluk
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz: "Reşit Galip tam bir idealist gibi öldü."- O. S. Orhon
tam
Bütün, tüm
tam
Eksiksiz, kesintisiz
tam
Eksiksiz, kesintisiz: "Tam iki saat yalandan tamirle uğraştım."- A. Gündüz
tam
Zaman ve yer için anlamı kesinleştirir: "Bohçasını aldı, tam çıkacaktı..."- Ö. Seyfettin
tam
Amerikan doları
tam
Sırasında, anında: "Tam mağazaya gireceğim zaman arkamdan bir ses geldi."- Ö. Seyfettin
tam
Anlamı kesinleştirir
tam
Bakırcılıkta, yapımı bitirilmiş ve kalaylanmış dövme kap
tam
Sırasında, anında
tam
Küçük kulübe, ev
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz
tam
Uygun olarak, tıpkı, aynı
Английский Язык - Турецкий язык

Определение tamlık в Английский Язык Турецкий язык словарь

tam
iskoç beresi
tamlık
Избранное