It took a whole day to paint the picture.
- Resmi yapmak tam bir gün sürdü.
She got full marks by memorizing the whole lesson.
- O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.
Her words were completely meaningless.
- Onun sözleri tamamen anlamsızdı.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
It's exactly what I wanted.
- O, tam olarak benim istediğimdir.
He reported fully what he had seen to the police.
- O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.
I worked for a full 24 hours without getting any sleep.
- Hiç uyumadan tam 24 saat çalıştım.
This seems entirely accurate.
- Bu tamamen doğru gibi görünüyor.
Tom claims he can accurately predict the future.
- Tom geleceği tam olarak tahmin edebildiğini iddia ediyor.
Did you clean your room properly? There's still dust over here.
- Odanı tam olarak temizledin mi? Burada hala toz var.
The property was almost completely overgrown with wild blackberry bushes.
- Arazi neredeyse tamamen yabani böğürtlen çalılarla kaplanmıştı.
Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.
- Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.
Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger.
- Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.
The detective questioned literally thousands of people about the incident.
- Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.
I was literally stunned by what I saw.
- Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.
The man was a total stranger.
- Adam tam bir yabancıydı.
Lunar eclipses can be total or partial.
- Güneş tutulmaları tam ya da bölümlü olabilir.
He looked confident but his inner feelings were quite different.
- Emin görünüyordu fakat onun iç duyguları tamamen farklıydı.
I do not quite agree with you.
- Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.
They got thoroughly wet in the rain.
- Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.
We were thoroughly satisfied with his work.
- Onun işinden tamamen tatmin olduk.
It wasn't quite that simple.
- O tam olarak o kadar basit değildi.
Since my watch was broken, I didn't know the correct time.
- Saatim bozuk olduğu için, saati tam bilmiyordum.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
I can understand your position perfectly.
- Pozisyonunuzu tamamen anlayabiliyorum.
I assure you Tom will be perfectly safe.
- Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.
I took what she said literally.
- Onun söylediğini tam olarak anladım.
Does the city literally owe its existence to Mussolini?
- Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?
Tom had Mary's undivided attention.
- Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
People tend to only compliment you on your language ability when it's apparent that you still don't quite sound like a native speaker.
- İnsanlar hâlâ tamamen bir yerli konuşucu gibi ses çıkarmadığın aşikar olduğunda sadece dil yeteneğiniz üzerine size iltifat etmek eğilimindedir.
Could you please fix this flat tire?
- Lütfen bu düz lastiği tamir eder misiniz?
Can you fix the flat tire now?
- Şimdi patlak lastiği tamir edebilir misin?
He is every bit a gentleman.
- O, tam bir beyefendi.
It's definitely a full-time job.
- O kesinlikle tam zamanlı bir iştir.
Tom definitely knows exactly what happened.
- Tom kesinlikle tam olarak ne olduğunu biliyor.
I don't remember my grandmother's face accurately.
- Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
I don't remember my grandmother's face exactly.
- Babaannemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
What exactly are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary.
- Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.
Our teacher is a gentleman in the true sense of the word.
- Öğretmenimiz kelimenin tam anlamıyla bir beyefendi.
The statement is not wholly true.
- İfade tamamen gerçek değil.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
You won't be let down if you read the entire book.
- Kitabın tamamını okursanız hayal kırıklığına uğramazsınız.
See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
- Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
Come here at precisely six o'clock.
- Tam altıda buraya gel.
What precisely are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
Due to the rain, my plans were completely mixed up.
- Yağmur nedeniyle planlarım tamamen karıştı.
Due to global warming, cities could be completely submerged.
- Küresel ısınmadan dolayı, şehirler tamamen batırılmış olabilir.
He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.
This is the very video I have been looking for.
- Bu tam aradığım video.
This is the very place that I have long wanted to visit.
- Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.
It is utterly impossible to finish the work within a month.
- Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.
The shy boy was utterly embarrassed in her presence.
- Utangaç erkek çocuğu onun varlığında tamamen sıkıldı.
What you said is absolute nonsense.
- Dediğin şey tamamen saçmalıktır.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
The meeting began at nine o'clock sharp.
- Toplantı tam dokuzda başladı.
He got home at seven sharp.
- O, saat tam yedide eve geldi.
Tom arrived precisely on time.
- Tom tam zamanında geldi.
Tom knows precisely how Mary feels.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.
My interest in politics is strictly academic.
- Siyasete ilgim tamamen akademik.
Our relationship is strictly professional.
- İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.
Have you finished the papers?
- Belgeleri tamamladın mı?
I haven't quite finished eating.
- Ben yemeği tamamen bitirmedim.
I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya.
- Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.
A good idea occurred to me just then.
- Tam o sırada aklıma iyi bir fikir geldi.
The place just doesn't look as good as it used to.
- Yer tam eskisi kadar iyi gözükmüyor.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
He will think he has been completely forgotten.
- Tamamen unutulduğunu düşünecek.
He went to the store just as it was going to close.
- Tam kapanacakken o mağazaya gitti.
Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.
- Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.
Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me.
- Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
We're going out for dumplings in the evening, all right?
- Akşam, meyveli börek yemek için dışarı çıkıyoruz, tamam mı?
I was right there with Tom at the time.
- Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.
My house is fully insured.
- Evim tam sigortalıdır.
I was fully alive to the danger.
- Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.
Your ideas are all out of date.
- Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.
This is the very video I have been looking for.
- Bu tam aradığım video.
Never give up till the very end.
- Tam sonuna kadar vazgeçme.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
The first stage of the operation has been accomplished.
- Operasyonun ilk aşaması tamamlandı.
Tom and Mary accomplished their mission without any difficulty.
- Tom ve Mary herhangi bir zorluk olmadan görevlerini tamamladı.
Tom sat alone, staring straight ahead.
- Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
She told the joke with a completely straight face.
- O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
There was a dead silence.
- Tam bir sessizlik vardı.
Tom was dead set against the idea.
- Tom fikre tamamen karşıydı.
Death is an integral part of life.
- Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.
It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right.
- Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.
Tom arrived at just the right moment.
- Tom tam doğru zamanda geldi.
It's all clear to me now.
- O şimdi tamamen benim için temiz.
I want to make this perfectly clear.
- Bunu tamamen açık yapmak istiyorum.
His speech was an unmitigated disaster.
- Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.
Can you repair these shoes?
- Bu ayakkabıları tamir edebilir misin?
I had my watch repaired.
- Saatimi tamir ettirdim.
The plumber used many tools to fix our sink.
- Tesisatçı bizim lavaboyu tamir etmek için birçok alet kullandı.
Who should I call to fix my plumbing?
- Su tesisatımı tamir etmek için kimi aramalıyım?
America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America.
- Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.
It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train.
- Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.
It is a sheer waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.