sağlama

listen to the pronunciation of sağlama
Турецкий язык - Английский Язык
providing

Trying to teach a fool is like providing medical treatment for a dead man. - Bir aptala öğretmeye çalışmak ölü bir adam için tıbbi tedavi sağlamak gibidir.

supply

They were accused of supplying arms to terrorists. - Onlar teröristlere silah sağlamakla suçlandılar.

supplying; proof, check
check
provision
(Matematik) proof (used to check a computation)
ensuring, guaranteeing
providing; procuring; gaining; achieving; bringing (something) about
enlistment
accommodation
obtainment
proof
procuration
procuring
(Bilgisayar) proofing
(Ticaret) accord

His speech did not accord with his feelings. - Onun konuşması duygularıyla uyum sağlamadı.

(Ticaret) trial balance
enabling
delivery
(Bilgisayar) validation
(Dilbilim) positively cause
verification
{i} supplying

They were accused of supplying arms to terrorists. - Onlar teröristlere silah sağlamakla suçlandılar.

checksum
sağlamak
provide

He provides for his family. - O ailesinin geçimini sağlamaktadır.

Television is a very important medium through which to provide information. - Televizyon bilgi sağlamak için çok önemli bir araçtır.

sağlamak
ensure

Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled. - Herkes cümlelerin doğru seslendirilmesini ve doğru bir biçimde yazılmasını sağlamak için yardımcı olabilir.

Tom promised to do everything within his power to ensure that this kind of thing wouldn't happen again. - Tom bu tür bir şeyin tekrar olmamasını sağlamak için gücü dahilinde her şeyi yapacağını söyledi.

sağlamak
supply

They were accused of supplying arms to terrorists. - Onlar teröristlere silah sağlamakla suçlandılar.

sağlamak
procure
sağlama almak
insure
sağlama almak
batten
sağlama almak
entrench
sağlama almak
ensure
sağlama yapmak
Make sure, verify, revisit
sağlama (yiyecek/gereç vb)
(Ticaret) purveyance
sağlama almak
intrench
sağlama almak
play it safe
sağlama almak
assure
sağlama almak
secure

All you have to do to secure a seat is to wait in line. - Bir koltuğu sağlama almak için yapman gereken bütün şey sırada beklemektir.

sağlama almak
skid
sağlama almak
to make sure of/that
sağlama almak
make sure
sağlama almak
underwrite
sağlama bağlamak
make sure
sağlama bağlamak
secure
sağlama bağlamak
anchor
sağlama bağlamak
clinch
sağlama bağlamak
to make safe/sure
sağlama yapma
crosscheck
sağlama yapmak
crosscheck
sağlamak
{f} yield
sağlamak
{f} derive
sağlamak
assure
sağla
provide

She provided the traveler with food and clothing. - O, yolcuya yiyecek ve giyecek sağladı.

Young as he is, he has a large family to provide for. - O,genç olduğu için,geçimini sağlayacak büyük bir aileye sahip.

sağlamak
{f} implement
sağlamak
{f} cater

The net-cafes here cater to students; fees start at around a pound an hour. - Buradaki net-kafeler öğrencilere yiyecek ve içecek sağlamaktadır; ücretler yaklaşık saati bir pounddan başlamaktadır.

sağlamak
{f} secure
sağlamak
fix up
sağlamak
to provide; to procure, get, find; to gain, obtain; to achieve, win; to bring (something) about
sağlamak
to supply, to obtain, to provide, to get, to secure, to procure; to ensure; to prove
sağlamak
cater for
sağlamak
{f} fix
sağlamak
{f} furnish

The river furnishes electric power to the town. - Nehir şehre elektrik enerjisi sağlamaktadır.

sağlamak
offer
sağlamak
employ
uyum sağlama
orientation
uyum sağlama
conformance
sağlamak
verify
sağlamak
gain

They tried very hard to gain an advantage over one another. - Onlar birbirlerine karşı üstünlük sağlamak için çok uğraştılar.

besin sağlama
food supply
etkinlik sağlama
(Ticaret) optimization
finansman sağlama
(Ticaret) funding
nitelik sağlama
quality assurance
sağlamak
(Matematik) prove
sağlamak
insure
sağlamak
{f} accommodate
sağlamak
provide for
sağlamak
keep to the right
sağlamak
enable to be
sağlamak
extend
sağlamak
derive from
sağlamak
stand by
sağlamak
drive on the right
sağlamak
supply with
sağlamak
get

It'll be difficult to get them to give us a discount. - Bize bir indirim yapmalarını sağlamak zor olacak.

It is impossible to get him to understand the new theory. - Onun yeni teoriyi anlamasını sağlamak imkansızdır.

sağlamak
endow with
sağlamak
accommodate somebody with
sağlamak
enable

The new subway enables me to get to school in 20 minutes. - Yeni metro 20 dakika içinde okula gitmemi sağlamaktadır.

My new car enables me to go anywhere, anytime. - Benim yeni arabam her zaman herhangi bir yere gitmeme olanak sağlamaktadır.

sağlamak
generate
sağlamak
enable to
sağlamak
deliver
temin sağlama
supply
uygunluk sağlama
(Askeri) reconciliation
uyum sağlama
fitting
uyum sağlama
(Pisikoloji, Ruhbilim) adjustment
uyum sağlama
orientating
uyum sağlama
inurement
uyum sağlama
acclimatization
sağla
made available to
sağla
enable to be
sağla
{f} enabling
sağla
{f} stand by
sağla
{f} supply

Cows supply us with milk. - İnekler bize süt sağlar.

Can you supply me with all I need? - Bütün ihtiyaç duyduklarımı bana sağlayabilir misin?

sağla
provide for

He is unable to provide for his family. - O, ailesinin geçimini sağlayamaz.

Young as he is, he has a large family to provide for. - O,genç olduğu için,geçimini sağlayacak büyük bir aileye sahip.

sağla
make available to
sağla
{f} provided

She provided the traveler with food and clothing. - O, yolcuya yiyecek ve giyecek sağladı.

He provided them with food. - O, onlara yiyecek sağladı.

sağla
employ

The company provides health care and life insurance benefits for all of its employees. - Şirket tüm çalışanları için sağlık bakımı ve hayat sigortası avantajları sağlar.

Japanese companies generally provide their employees with uniforms. - Japon şirketleri genellikle çalışanlarına üniforma sağlar.

sağla
provide with
sağla
enable to
sağla
lay on
sağla
supply with
sağla
{f} supplying

They were accused of supplying arms to terrorists. - Onlar teröristlere silah sağlamakla suçlandılar.

sağlamak
lay on
sağlamak
enlist
sağlamak
fix sb up with sth
sağlamak
obtain
sağlamak
fit up
sağlamak
administer
sağlamak
fit up with
sağlamak
reap
sağlamak
allow
tahvil satarak gelir sağlama
flotation
arkasını sağlama almak
(deyim) Cover one's back; (argo) cover one's ass
geçimini sağlama
livelihood
BM Ateşkes Sağlama ve Denetleme Teşkilatı
(Askeri) United Nations Truce and Supervision Organization
aritmetik sağlama
arithmetic check
belge sağlama
(Bilgisayar) proofing a document
denge sağlama
stabilization
destek sağlama beyanı
affidavit of support
enerji sağlama
energising
erzak sağlama
purveyance
erzak sağlama
victualing
erzak sağlama
victualling [Brit.]
ev sağlama
housing
gerçekleri görmesini sağlama
disillusionment
güvenliği sağlama
police
hizmet sağlama özgürlüğü
(Hukuk) freedom to provide services
istikrar sağlama gücü
(Askeri) stabilization force
işi sağlama almak
to play (it) safe
işini sağlama almak
keep one's powder dry
kendini sağlama almak
entrench oneself
kereste sağlama
wooding
kredi sağlama
(Ticaret) credit extension
muhafaza hizmeti sağlama
(Ticaret) custodianship
oturacak yer sağlama
seating
para sağlama
pump priming
sağla
supplies

The river supplies cities and villages with water. - Nehir şehirlere ve köylere su sağlar.

This school supplies textbooks to its students. - Bu okul kendi öğrencilerine ders kitabı sağlamaktadır.

sağla
procure
sağla
providewith
sağla
enable

I afterward sold them to enable me to buy R. Burton's Historical Collections. - Ben sonradan bana R. Burton 'ın Tarihi Koleksiyonlarını satın almamı sağlaması için onları sattım.

The coffee enabled me to stay awake during the dull concert. - Sıkıcı bir konser sırasında, kahve benim uyanık kalmamı sağladı.

sağla
providefor
sağla
enableto
sağla
layon
sağlamak
maintain
sağlamak
(Hukuk) to supply, to provide, to maintain, to ensure
sağlamak
fend for
sağlamak
find
sağlamak
(destek) enlist
sağlamak
extract
sağlamak
arm

They were accused of supplying arms to terrorists. - Onlar teröristlere silah sağlamakla suçlandılar.

sağlamak
make

It is impossible to make her understand the theory. - Onun teoriyi anlamasını sağlamak imkansızdır.

I'll do everything within my power to make sure your children are safe. - Senin çocuklarının güvende olmalarını sağlamak için gücüm dahilinde her şeyi yapacağım.

sağlamak
lay in
sağlamak
get out of
sağlamak
carry
sağlamak
to ensure, guarantee
sağlamak
keep

It's difficult to keep order in this town. - Bu kasabada düzeni sağlamak zordur.

I'd like to earn my keep while I'm staying with you. - Seninle kalıyorken geçimimi sağlamak istiyorum.

sağlamak
come in
sağlamak
accommodate smb. with
sağlamak
{f} purvey
sağlamak
{f} suck
sağlamak
(Nükleer Bilimler) check
sağlamak
return
sağlamak
{f} provision
sağlamak
provide with
ses ve hareket uyumu sağlama
sync
su sağlama
water supply
temiz su sağlama pompası
sanitary pump
yeni konut sağlama
rehousing
yiyecek içecek sağlama
purveyance
öz sağlama
self check
ücretsiz avukat sağlama
legal aid
ülkede huzur sağlama
pacification
Турецкий язык - Турецкий язык
Bir problemin çözümü veya bir hesabın doğruluğunu denetlemek için yapılan işlem, mizan
Sağlamak işi
mizan
Sağlamak
getirmek
sağlamak
Öndeki aracın sağından ilerleyerek önüne geçmek
sağlamak
Elde etmek, sahip olmak
sağlamak
Bir işlemin doğruluğunu ortaya koymak
sağlamak
Bir işin olması için gerekli durumu, şartları hazırlamak, temin etmek: "Biz bu ihtiyara son günlerinde hiç aklından geçirmediği bir saadet sağladık."- H. Taner
sağlamak
Bir işin olması için gerekli durumu, şartları hazırlamak, temin etmek
sağlamak
Elde etmek, sahip olmak: "... o sevimli yavru hâliyle sağladığı sempatinin büyük bir kısmını yitirmişti."- Y. N. Nayır
sağlamak
(Osmanlı Dönemi) temin
sağlama
Избранное