o-zaman

listen to the pronunciation of o-zaman
Английский Язык - Турецкий язык

Определение o-zaman в Английский Язык Турецкий язык словарь

zaman makinesi
Time machine
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение o-zaman в Турецкий язык Турецкий язык словарь

tayy-i zaman
(Din) Tasavvufta bir kişinin yaşadığı zamanın dışına çıkabilmesi hali
zaman zaman
Belli olmayan zamanlarda, ara sıra, bazen
Английский Язык - Английский Язык

Определение o-zaman в Английский Язык Английский Язык словарь

zaman
Albizia saman, a large tropical tree in the pea family
ne zaman müsaitsiniz
when are you available
Турецкий язык - Английский Язык

Определение o-zaman в Турецкий язык Английский Язык словарь

zaman
date

I once dated a girl just like Mary. - Bir zamanlar tam Mary gibi bir kızla çıkıyordum.

When was the last time you went on a date? - En son ne zaman biriyle çıktın?

her zaman
always

You're always singing. - Her zaman şarkı söylüyorsun.

Mother always gets up early in the morning. - Anne her zaman sabahları erken kalkar.

ne zaman
when

When do you usually go to bed? - Genellikle ne zaman yatarsın?

When can I swim here? - Ne zaman burada yüzebilirim?

şimdiki zaman
present

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

There is no heaven or hell. We can only live in the present. - Cennet ya da cehennem yoktur. Biz sadece şimdiki zamanda yaşayabiliriz.

zaman
time

What time will you be back? - Ne zaman geri döneceksin?

What are the measures of time? - Zamanın ölçüsü nedir?

hiçbir zaman
never

My grandmother never changed her style of living. - Büyükannem yaşam tarzını hiçbir zaman değiştirmedi.

Tom kept trying to call Mary, but she never answered her phone. - Tom Mary'yi aramak için uğraşmaya devam etti, ama o hiçbir zaman telefonuna cevap vermedi.

zaman
tense

Tom says that he always feels tense when Mary is in the room. - Mary odada iken, Tom her zaman gergin hissettiğini söylüyor.

I am always tense before I get on an airplane. - Uçağa binmeden önce her zaman gergin olurum.

zaman ayırabilmek
afford
zaman
moment

I'll talk to him at the earliest possible moment. - Mümkün olan en kısa zamanda onunla konuşacağım.

Please drop in at my house when you have a moment. - Lütfen zamanın olduğunda evime uğra.

boş zaman
spare time

I play the guitar in my spare time. - Boş zamanımda gitar çalarım.

Father would often read detective stories in his spare time. - Babam boş zamanında sık sık polisiye hikayeler okur.

o zaman
then

I apologized, but even then she wouldn't speak to me. - Özür diledim fakat o zaman bile benimle konuşmadı.

I cannot believe you did not see him then. - O zaman onu görmediğine inanmıyorum.

en güzel zaman
prime

Tom is now in his prime. - Tom şu an en güzel zamanında.

He was cut down in his prime. - O, en güzel zamanında öldürüldü.

her zaman olduğu gibi
as usual

You look very pretty, as usual. - Her zaman olduğu gibi çok güzel görünüyorsun.

Tom and Mary were wasting time, as usual. - Tom ve Mary her zaman olduğu gibi boşa zaman harcıyordu.

zaman
time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
zaman
hour

It took me more than two hours to translate a few pages of English. - Birkaç sayfa İngilizce çevirmek iki saatten fazla zamanımı aldı.

It took me more than two hours to translate a few pages of English. - Birkaç sayfa ingilizceyi çevirmek iki saatten daha fazla zamanımı aldı.

gelecek zaman eki
will
her ne zaman
whenever

Tom brings us gifts whenever he visits. - Tom her ne zaman ziyarete gelse bize hediyeler getirir.

Whenever my uncle comes, he brings some nice things for us. - Amcam her ne zaman gelse, o bizim için bazı güzel şeyler getirir.

zaman
cycle
geniş zaman
present tense

Which endings does this verb have in the present tense? - Bu fiil geniş zamanda hangi takıları alır?

o zaman
at the time

Mr. Clinton was governor of Arkansas at the time. - Bay Clinton, o zamanlar Arkansas'ın valisiydi.

Tom claims he was drunk at the time. - Tom o zaman sarhoş olduğunu iddia ediyor.

zaman
mus. time, meter, rhythm
zaman
when: geldiği zaman when he came
zaman
father time
zaman
the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
zaman
whilst
zaman
while

I often study while listening to music. - Müzik dinlediğim zaman sık sık çalışırım.

He kept on working all the while. - O,her zaman çalışmaya devam etti.

zaman
free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
zaman
day

I read a newspaper every day so that I may keep up with the time. - Zamana ayak uydurabileyim diye her gün gazete okurum.

It rained heavily all day, during which time I stayed indoors. - Tüm gün şiddetli yağmur yağdı, bu zaman zarfında evde kaldım.

zaman
bout
zaman
geol. era
zaman ayırmak
allow time
zaman aşıldı
time is over
zaman aşımı
(Hukuk) prescription
zaman aşımı
negative prescription
zaman aşımı ile hak kazanmak
prescribe
zaman aşımı ile kazanılan hak
prescription
zaman aşımı ile kazanılan hak
positive prescription
zaman aşımı ile kazanılmış
prescriptive
zaman aşımı süresi
(Hukuk) expiry date
zaman aşımı süresinin uzaması
(Hukuk) extension (of a time limit, of a deadline)
zaman aşımına uğramak
prescribe
zaman aşımına uğramak
lapse
zaman geçirmek
spend
zaman içinde
(deyim) in due course
zaman kaybı
leeway
zaman kaybını telâfi etmek
make up for lost time
zaman zaman
from time to time, occasionally, every now and then, every now and again, every so often
zaman
season

Tax season is a very busy time of year for accountants. - Vergi sezonu muhasebeciler için yılın en meşgul zamanıdır.

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağmur sezonu ne zaman başlar?

zaman
sands
zaman
when

I wish you would shut the door when you go out. - Keşke dışarı çıktığın zaman kapıyı kapatsan.

When do you usually go to bed? - Genellikle ne zaman yatarsın?

çoğu kez/zaman
usually
az zaman içinde
soon
dar (zaman)
short
dilim zaman
(Bilgisayar) slot
en iyi zaman
(Spor) the best time
erken zaman
(Askeri) early time
esnek zaman
flexible time
evvel zaman
formerly
gelecek zaman
(Dilbilim) the future tense
gerçek zaman
real-time
geç zaman
(Askeri) late time
her zaman
(deyim) for ever and a day
her zaman
in season and out of season
her zaman
e'er
her zaman
every time

This works every time. - Bu her zaman işe yarar.

Every time I hear that song, I think of my high school days. - O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.

her zaman
at any time

You can call me at any time. - Beni her zaman arayabilirsin.

You can leave at any time. - Her zaman gidebilirsin.

her zaman
forever

A good book is the best friend, now and forever. - İyi bir kitap, şimdi ve her zaman en iyi arkadaştır.

It feels like I've known you forever. - Seni her zaman tanıdım gibi geliyor.

hiç bir zaman
in no case
hiç bir zaman
not ever
hiç bir zaman
in no circumstances
huzur veren (zaman vb)
piping
ilerlemek (zaman/yaş)
get along
jeolojik zaman
(Coğrafya) geologic time
mekan ve zaman
space and time
modern zaman
modern-day
ne zaman
whenever

Whenever I go to this store, they're selling freshly baked taiyaki cakes. - Bu dükkâna her ne zaman gitsem, taze pişmiş taiyaki kekleri satıyorlar.

Come whenever you want. - Lütfen ne zaman istersen gel.

ne zaman ... ise
whenever
ne zaman olduğuna bakmayarak
regardless when
ne zaman olduğuna bakmayarak
regardless of when
ne zaman olursa
at any time
o zaman ki
then
peki o zaman
well then
serbest zaman
(Askeri) leisure time
standart zaman
standard time
sıkıntılı zaman
rainy day
uzay ve zaman
space and time
uzay-zaman
(Biyokimya) continuum
uzun zaman önce
(Bilgisayar) long time ago
var (zaman)
time to
zaman
(Bilgisayar) timecard
zaman
age

Tom always makes it a rule never to ask a woman her age. - Tom her zaman bir kadına yaşını asla sormamayı bir kural olarak benimser.

It's been quite ages since we last met. - Son karşılaştığımızdan beri oldukça uzun zaman oldu.

zaman
(Tıp) chrono-
zaman
occasion

He doesn't travel much apart from occasional business trips. - O zaman zaman iş gezilerinin dışında çok seyahat etmez.

Tom occasionally visited Mary at her parents' house. - Tom zaman zaman Mary'yi anne babasının evinde ziyaret eder.

zaman
duration
zaman
(Bilgisayar) time-scale
zaman
times

There are times when I find you really interesting. - Seni gerçekten ilginç bulduğum zamanlar var.

I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times. - Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.

zaman
epoch
zaman
space

You can move about in all directions of Space, but you cannot move about in Time. - Neredeyse Uzayın tüm yönlerinde hareket edebilirsin ancak zaman içinde hareket edemezsin.

Mariner 10 was the first space probe to visit Mercury. It was also the first probe to visit two planets - Venus and Mercury. - Mariner 10, Merkür'ü ziyaret eden ilk uzay sondasıydı. Aynı zamanda, iki gezegeni -Venüs ve Merkür- ziyaret eden ilk sondaydı.

zaman
(Dilbilim) temporal
zaman
era
zaman
period

Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently. - Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.

Ten years is a really long period of time. - On yıl gerçekten uzun bir zaman aralığıdır.

zaman
reign

Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world. - Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.

There was a time when kings and queens reigned over the world. - Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.

zaman
(Bilgisayar) time card
zaman almak
take (time)
zaman almak
occupy
zaman ayarı
timer
zaman aşımı
time-out
zaman aşımı
(Askeri) status of limitations
zaman aşımı
lapse
zaman aşımı
(Bilgisayar) timeouts
zaman bazı
(Askeri) time base
zaman doldu
time is up
zaman dışı
time out
zaman farkı
time difference
zaman geçirmek
while away
zaman geçirmek
kill time
zaman geçirmek
spend time
zaman geçme
lapse
zaman kodu
(Bilgisayar) timecode
zaman planı
schedule
zaman uyumu
(Bilgisayar) synchronization
zaman üstü
timelessness
çok zaman önce
a long time ago
geniş zaman ortacı gram
present participle
zaman
time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
dığı zaman
when
zaman
age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
geçmiş zaman
Dilbilgisi - Past tense
geçmiş zaman
Old times
her zaman
always, for ever, forever, evermore
her zaman gülümseyen, mütebessim
Always smiling, mütebessim
ne zaman gideceksin
when are you going to go
ne zaman gideceksin
when will you go
ne zaman gideceksin
when will you leave
uzun zaman içinde gerçekleşen
to take place over a period of timeto develop graduallygradual developmentslow progress/to progress slowly
zaman ayırma
time allocation
zaman ayırmak
Allow time, allocate time
zaman ayırmak
Allocate time
zaman harcama
waste time
zaman kaybetmeden
Without wasting time, not wasting time

Drizzt, not wasting time, quickly arrived by his halfling friend's side!.

zaman zaman
call me time to time

ara beni zaman zaman.

zaman zarfı
temporal adverb
geçmiş zaman yerine kullanılan geniş zaman
historical present
kesin zaman ve zaman aralığı
(Askeri) precise time and time interval
zaman zaman
from time to time, occasionally
zaman zaman
from time to time

I go to the library from time to time. - Ben zaman zaman kütüphaneye giderim.

You should look after the children from time to time. - Zaman zaman çocuklara bakmalısın.

zaman zaman
on and off

It was raining on and off all night long. - Bütün gece boyunca zaman zaman yağmur yağıyordu.

Tom and Mary have been dating on and off for a year. - Tom ve Mary bir yıldır zaman zaman çıkıyorlardı.

zaman zaman
betweenwhiles
zaman zaman
in places
zaman zaman
betweentimes
zaman zaman
ever and anon
zaman zaman
now and again
zaman zaman
now and then

I meet him at school now and then. - Zaman zaman okulda onunla karşılaşırım.

Tom hears from Mary every now and then. - Tom zaman zaman Mary'den haber alır.