kırılma

listen to the pronunciation of kırılma
Турецкий язык - Английский Язык
crash
offense
refracting
fracture
breakage
breaking, break
refraction
rupture
coquettish way of walking; coquettish gestures
hurt, offense
break

Plastic does not break easily. - Plastik kolayca kırılmaz.

Everyone has a breaking point. - Herkesin bir kırılma noktası var.

split
refractive
smash
breaking; refraction
offence [Brit.]
breaking

Everyone has their breaking point. - Herkesin kırılma noktası var.

Her anger reached a breaking point when she found out that he was being unfaithful to her. - O onu aldattığını öğrendiğinde öfkesi bir kırılma noktasına ulaştı.

crushing
(Gıda) breakdown
fraction
bending
(Biyokimya) lysis
(Biyokimya) cleavage
breakup
clip
yield
diffraction
{i} offence
failure
pique
kırılmak
be offended
kır
prairie

Laura Ingalls grew up on the prairie. - Laura Ingalls kırda büyüdü.

kır
{i} grizzle
kırılmak
be hurt
kırılmak
be broken
kırılmak
{f} break
kırılma kusuru
(Tıp, İlaç) Refractive error, refraction error
kırılma direnci
ultimate strength
kırılma gerilmesi
breaking stress
kırılma indisi
refractive index
kırılma momenti
failure moment
kırılma mukavemeti
breaking strength
kırılma sınırı
breaking limit
kırılma yükü
breaking load, ultimate load
kırılmak
{f} shatter
kırılmak
break off
kır
field

A herd of friesian cattle graze in a field in British countryside. - Siyah alaca sığır sürüsü İngiliz kırsalında bir tarlada otlar.

The field is full of wild flowers. - Tarla kır çiçekleriyle dolu.

kır
countryside

Every summer I go to the countryside. - Her yaz kırsala giderim.

Tom and Mary took a long walk through the countryside. - Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.

kır
Moor
kır
{s} grey
kır
{f} broke

Jack hid the dish he had broken, but his little sister told on him. - Jack kırdığı tabağı sakladı fakat küçük kız kardeşi onu gammazladı.

This window has been broken for a month. - Bu pencere bir aydır kırıktır.

kır
{i} fell

Tom fell and broke his arm. - Tom düştü ve kolunu kırdı.

I knew I'd broken my wrist the moment I fell. - Düştüğüm anda bileğimi kırdığımı biliyordum.

kolay kırılma
fragility
kır
blot
kır
wild

These wild flowers give off a nice smell. - Bu kır çiçeklerinden hoş bir koku yayılıyor.

The field is full of wild flowers. - Tarla kır çiçekleriyle dolu.

kır
the country

Every summer I go to the countryside. - Her yaz kırsala giderim.

Why do you think Tom prefers living in the country? - Tom'un niçin kırsal alanda yaşamayı tercih ettiğini düşünüyorsun?

kır
the wild

Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red. - Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.

I saw the girls pick the wild flowers. - Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.

kır
slopes
kırılmak
die
kırılmak
split
kırılmak
{f} crush
kırılmak
hurt
kırılmak
go
kırılmak
killed
kır
hoar
kır
breake
kır
wilderness
kır
grizzled
kır
country

Why do you think Tom prefers living in the country? - Tom'un niçin kırsal alanda yaşamayı tercih ettiğini düşünüyorsun?

Every summer I go to the countryside. - Her yaz kırsala giderim.

kır
heath
kır
break up

Tom looks forward to his lunchtime run, to break up the monotony of his working day. - Çalışma günü monotonluğunu kırmak için Tom öğle vakti koşusuna can atıyor.

kır
{f} shattering
kır
{f} broken

He got a broken jaw and lost some teeth. - Kırık bir çenesi var ve birkaç dişini kaybetti.

Jack hid the dish he had broken, but his little sister told on him. - Jack kırdığı tabağı sakladı fakat küçük kız kardeşi onu gammazladı.

kır
{f} break

Art breaks the monotony of our life. - Sanat hayatın monotonluğu kırar.

She breaks a dish every time she washes dishes. - O her bulaşık yıkamada bir tabak kırar.

kır
{f} breaking

The boy admitted breaking the window. - Çocuk pencereyi kırdığını kabul etti.

This robot can hold an egg without breaking it. - Bu robot yumurtayı kırmadan tutabilir.

kır
{f} shattered

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

kır
shatter

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

kırılmak
resent
kırılmak
smash
kırılmak
snap
kırılmak
yield
kırılmak
smart
kırılmalar
refractions
aktif kırılma
active failure
akustik kırılma
acoustic refraction
atomik kırılma
atomic refraction
birden kırılma
instantaneous rupture
enine kırılma
cross-breaking
geometrik kırılma
geometrical diffraction
gevrek kırılma
brittle fracture
ilerleyen kırılma
progressive failure
kayma ile kırılma
sliding fracture
kolay kırılma
frailty
kostik kırılma
caustic breaking
kır
countryside, the country, rural area
kır
grey, gray; grey, gray; (saç) hoary, hoar
kır
grayish
kır
moorland
kır
(Tabiat Doğa) de: Heideland heath
kır
frosty

Young plants should be protected in frosty weather. - Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.

kır
grayness
kır
uncultivated and open country
kır
greyish
kır
grizzly
kır
gray

Gray squirrels bury nuts, but red squirrels don't. - Gri sincaplar fıstık gömer, ancak kırmızı sincaplar gömmez.

That gray-haired man is Tom's father. - O kır saçlı adam Tom'un babası.

kır
bent

The bamboo bent but did not break. - Bambu eğildi ama kırılmadı.

kır
diffract
kır
rive

Tom and Mary picked some wildflowers by the river. - Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.

kır
refract
kır
griseous
kır
ruffle
kır
weald
kır
knap
kır
champaign
kır
riven
kırılmak
offend
kırılmak
chip
kırılmak
to be hurt, be offended (by someone)
kırılmak
go to pieces
kırılmak
to die, perish. kırılıp bükülmek to speak and act in an overly refined way. kırılıp dökülmek
kırılmak
to be falling to bits, be completely worn out
kırılmak
to speak and act in an overly refined way
kırılmak
crash
kırılmak
rive
kırılmak
be piqued at
kırılmak
explode
kırılmak
fracture
kırılmak
sink
kırılmak
to be aching all over; to feel terrible
kırılmak
to be broken, to break, to fracture, to snap, to smash, to shatter; to be hurt, to resent; to be refracted; to die, to be killed
kırılmak
(Nükleer Bilimler) refract
kırılmak
flip
kırılmak
rupture
kırılmak
hatch
onuru kırılma
mortification
optik kırılma
optical refraction
sismik kırılma metodu
seismic refraction method
sünek kırılma
ductile fracture
yumuşak kırılma
ductile fracture
çift kırılma
double refraction
özgül kırılma
specific refraction
ümidi kırılma
droop
Турецкий язык - Турецкий язык
Yürürken salınma, nazlı yürüyüş
Saydam bir ortamdan başka bir saydam ortama (örneğin havadan cama) geçen bir ışının doğrultusunu değiştirmesi
Kırılmak işi
Saydam bir ortamdan başka bir saydam ortama geçen bir ışının doğrultusunu değiştirmesi
(Osmanlı Dönemi) KATİA
(Osmanlı Dönemi) İNFİSAM
refraksiyon
inkisar
kırılmak
Birine karşı kırgın duruma gelmek, gücenmek, incinmek
Kır
(Osmanlı Dönemi) BEYABAN
Kır
sahra
Kır
(Osmanlı Dönemi) BERİYYE
Kırılmak
(Osmanlı Dönemi) TAHANNÜS
Kırılmak
(Osmanlı Dönemi) TAKASSUF
Kırılmak
(Osmanlı Dönemi) TAKYİZ
Kırılmak
(Osmanlı Dönemi) IHTİNAS
Kırılmak
(Osmanlı Dönemi) TAKAYYUZ
Kırılmak
(Osmanlı Dönemi) TEKESSÜR
kır
Bu renkte olan. Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş yer: "Araba tenha, düz yolda tıkır tıkır gidiyor, ara sıra kır kokuları getiren hafif bir rüzgâr esiyordu."- Ö. Seyfettin
kır
Kulağı beyaz işaretli keçi
kır
Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş yer
kır
Beyazla az miktarda siyah karışmasından oluşan renk: "Gözlerinden, kırları artan sakalına bir iki damla yaş düştü."- F. R. Atay
kır
Orman, dağ vb.ne karşıt olan açıklık yer: "Bizim kır evinde roman var; fakat roman dersi verecek bir edebiyat kitabı yok."- F. R. Atay
kır
Tarla
kır
Bu renkte olan
kır
Orman, dağ vb.ne karşıt olan açıklık yer
kır
Beyazla az miktarda siyah karışmasından oluşan renk
kırılmak
Cesaret, umut, onur azalmak, yok olmak: "Kapıdan içeri ilk adımını atınca birdenbire cesareti kırıldı."- P. Safa
kırılmak
Kırma işine konu olmak, bir veya birçok parçaya ayrılmak
kırılmak
Ağaç, dal üzerinde meyve, çiçek, yaprak çok olmak
kırılmak
Azalmak, yok olmak
kırılmak
Soğuk, rüzgâr vb. eski gücü kalmamak, azalmak, yatışmak
kırılmak
Kırıklık duymak: "Bana ne oluyor bugün? Donuyorum, her tarafım kırılıyor."- S. F. Abasıyanık
kırılmak
Saydam bir ortamdan başka bir saydam ortama geçen bir ışın, doğrultu değiştirmek
kırılmak
Kırıklık duymak
kırılmak
Eski gücü kalmamak, azalmak, yatışmak
kırılmak
Çok sayıda insan ölmek
kırılmak
Bükülerek kat yeri oluşturmak
kırılmak
Savaş, bulaşıcı hastalık sebebiyle çok sayıda insan ölmek
kırılma
Избранное