iyiyken

listen to the pronunciation of iyiyken
Турецкий язык - Английский Язык
as well
To the same effect

They might as well walk as drive in this traffic.

In addition; also

Wearing his hat and coat, he looked outside and decided he should take an umbrella, as well.

With equal reason or an equally good result
(as well or just as well) with equal reason or an equally good result

I may as well have a look.

in addition; "he has a Mercedes, too"
also, too
iyi
decent

You had better go there in decent clothes. - Oraya uygun elbiselerle gitsen iyi olur.

Tom got a decent grade on the test he took last week. - Tom geçen hafta girdiği sınavda iyi bir not aldı.

iyi
well

My mom doesn't speak English very well. - Annem İngilizce'yi çok iyi konuşamaz.

These scissors don't cut well. - Bu makas iyi kesmiyor.

iyi
{s} good

He is no good as a doctor. - Doktor olarak iyi değil.

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

iyi
fine

Guinness is the finest of beers. - Guinness biraların en iyisidir.

He became the finest actor on the American stage. - O, Amerikan sahnesinde en iyi aktör oldu.

iyi
{s} kind

I am grateful to you for your kindness. - İyiliğiniz için size minnettarım.

I am deeply grateful to you for your kindness. - İyiliğin için sana derinden minnettarım.

iyi
{s} just

He, just like you, is a good golfer. - O, tam senin gibi, iyi bir golfçü.

The small house had come to look shabby, though it was just as good as ever underneath. - Küçük ev, şimdiye kadar tıpkı altındaki kadar iyi olmasına rağmen,eski püskü görünmeye başladı.

iyi
all right

Cheer up! It will soon come out all right. - Neşelen! Yakında her şey iyi olacak.

Mr. Ford is all right now. - Bay Ford şimdi iyidir.

iyi
{s} alright

I'm alright if you're alright. - Sen iyiysen ben iyiyim.

Tom, are you feeling alright? - Tom, kendini iyi hissediyor musun?

iyi
comfortable

It is better for an animal to live a comfortable life in a zoo than to be torn apart by a predator in the wild. - Bir hayvanın bir hayvanat bahçesinde rahat bir hayat yaşaması vahşi doğada bir vahşi hayvan tarafından parçalanmasından daha iyidir.

Sometimes you have to choose between looking good and being comfortable. - Bazen iyi görünme ve rahat olma arasında seçim yapmak zorundasın.

iyi
OK
iyi
decently
iyi
great

The growth of online shopping and booking has greatly improved life for the consumers. - Online alışveriş ve rezervasyonun büyümesi tüketiciler için hayatı oldukça iyileştirdi.

You are a really good secretary. If you didn't take care of everything, I couldn't do anything. You are just great. - Sen gerçekten iyi bir sekretersin. Her şeyle ilgilenmemiş olsaydın , ben hiçbir şey yapamazdım. Sen harikasın.

iyi
{i} B
iyi
straight

His eyes searched my face to see if I was talking straight. - Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni iyice süzdü.

iyi
to the good
iyi
better

I'm feeling a lot better. - Çok daha iyi hissediyorum.

This is a good book, but that is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

iyi
benevolent
iyi
suitable

One can hardly find a more suitable climate. - Bundan daha iyi bir ortam bulunamaz.

iyi
nicely

Tom didn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmadı

Tom doesn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmaz.

iyi
up to snuff

This translation is not quite up to snuff. - Bu çeviri oldukça iyi değil.

iyi
(Konuşma Dili) copacetic
iyi
passable
iyi
kindly
iyi
cool

I always thought Tom was so cool. - Ben hep Tom'un çok iyi olduğunu düşündüm.

Your dad is really cool. Not really. - Baban gerçekten iyidir. Pek sayılmaz.

iyi
(Argo) keen
iyi
beneficent
iyi
sympathetic

A good doctor is sympathetic to his patients. - İyi bir doktor hastalarına sempatiktir.

iyi
(Konuşma Dili) up to the mark
iyi
well-

The man is well-known all over the village. - Adam köyün her yerinde iyi tanınmıştır.

Lincoln was not well-known. - Lincoln iyi tanınmıyordu.

iyi
prolificness
iyi
(Konuşma Dili) bully for you
iyi
{s} happy

Even if it was somebody else who made her happy, as long as she is happy, that's fine. - Onu mutlu eden başka biri olsa da, o mutlu olduğu sürece, bu iyi.

I decided to be happy because it's good for my health. - Mutlu olmaya karar verdim çünkü sağlığım için iyi.

iyi
likely

If you eat well, you're likely to live longer. - İyi beslenirseniz muhtemelen daha uzun yaşarsınız.

Tom said that he thought the economy was likely to get better. - Tom ekonominin muhtemelen iyileşeceğini düşündüğünü söyledi.

iyi
in good health, well. İ
iyi
right

As long as we love each other, we'll be all right. - Birbirimizi sevdiğimiz sürece, biz iyi olacağız.

Mr Ford is all right now. - Bay Ford şimdi iyidir.

iyi
goodish
iyi
bonny
iyi
{s} fair

Tom did fairly well on the test he took yesterday. - Tom dün girdiği sınavda oldukça iyi yaptı.

Tom can dance fairly well, can't he? - Tom oldukça iyi dans edebilir, değil mi?

iyi
o.k
iyi
nice

The table in that room is very nice. - Şu odadaki masa çok iyi.

She's a really nice girl. - O gerçekten iyi bir kız.

iyi
pretty

Tom knows Mary pretty well. - Tom Mary'yi oldukça iyi biliyor.

Tom is pretty sure everything will go well. - Tom her şeyin iyi gideceğinden oldukça emin.

iyi
up to scratch
iyi
salubrious
iyi
is good
iyi
good to
iyi
a well
iyi
gratifying
iyi
agreeable
iyi
well enough

I know it well enough. - Ben onu yeterince iyi tanıyorum.

Tom didn't do well enough on the driver's test to get a driver's license. - Tom sürücü belgesini almak için sürücü testinde yeterince iyi yapamadı.

iyi
plentiful, abundant
iyi
good; fine; well; suitable; (hava) fair, good; well; All right!, Ok!, good
iyi
sound

Tom certainly looked and sounded better than he did last month when we visited him. - Tom kesinlikle geçen ay onu ziyaret ettiğimizde göründüğünden daha iyi görünüyordu ve sesi daha iyi çıkıyordu.

That offer sounds too good to be true. What's the catch? - Bu teklif gerçek olamayacak kadar çok iyi görünüyor. Bit yeniği nedir.

iyi
okay

I hope everything is okay. - Umarım her şey iyidir.

Are you okay? You look really sad. - İyi misin? Gerçekten üzgün görünüyorsun.

iyi
OK, OK
iyi
agree

We all agreed it was a good idea. - Hepimiz bunun iyi bir fikir olduğunu kabul ettik.

Tom agreed that Mary's suggestions were good ones. - Tom Mary'nin önerilerinin iyi olanlar olduğunu kabul etti.

iyi
dandy
iyi
handsome

He is handsome. In addition, he is good at sport. - O yakışıklıdır. Ayrıca sporda iyidir.

He is not handsome, to be sure, but he is good-natured. - O yakışıklı değil, şüphesiz, fakat o iyi huyludur.

iyi
bonzer
iyi
whole

On the whole human beings want to be good, but not too good and not quite all the time. - İnsanoğlu genellikle iyi olmak ister fakat her zaman çok iyi ve sakin değil.

Swimming is good exercise for the whole body. - Yüzme vücudun bütünü için iyi bir egzersizdir.

iyi
vintage
iyi
enviable
iyi
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

iyi
{f} luxuriate
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение iyiyken в Турецкий язык Турецкий язык словарь

iyi
Bol, yararlı, kazançlı
iyi
Bol, yararlı, kazançlı. Çok
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan
iyi
istenilen nitelikleri taşıyan
iyi
İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan: "Annemin simasını şimdi iyi hatırlayamıyorum."- Y. K. Beyatlı. İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde: "Bunun çocukları iyi çıktıkları için, ölünceya kadar babalarına bakmışlar."- M. Ş. Esendal
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı: "Bir aralık iyi fal bildiğimi haremde duyurdum."- F. R. Atay
iyi
Uğurlu, hayırlı, iyilik getiren
iyi
Yerinde, uygun
iyi
Esen, sağlıklı
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı
iyi
bih
İyi
(Hukuk) BONUS
iyiyken
Избранное