Tom doesn't look deterred.
- Tom engellenmiş görünmüyor.
Storms at sea impeded our progress.
- Denizdeki fırtına ilerlememizi engelledi.
He has tried to impede an official investigation.
- Resmi bir soruşturmayı engellemeye çalıştı.
He hindered me in my work.
- O, işimde beni engelledi.
Heavy fog and rain hindered the search for the missing bushwalkers.
- Ağır sis ve yağmur, doğa yürüyüşçülerini aramayı engelledi.
Illness prevented me from going to school.
- Hastalık okula gitmemi engelledi.
The heavy rain prevented us from going fishing.
- Şiddetli yağmur balık tutmaya gitmemizi engelledi.
Phone robbery thwarted in unusual manner.
- Telefon soygunu olağanüstü bir biçimde engellendi.
Bad weather hindered the air raid.
- Kötü hava hava baskınını engelledi.
He hindered me in my work.
- O, işimde beni engelledi.
They blocked his proposal.
- Onlar onun teklifini engellediler.
You blocked me on Facebook, and now you're going to die.
- Beni Facebook'ta engelledin, şimdi öleceksin.
They obstructed our plan.
- Onlar bizim planımızı engellediler.
The town water supply was seriously obstructed by heavy rainfalls.
- Kasaba su ikmali ağır yağışlar tarafından ciddi şekilde engellendi.
Some people listen to music when writing, but others say it hampers their productivity.
- Bazı insanlar yazarken müzik dinler, ancak diğerleri verimliliklerini engellediğini söylüyor.
The coup attempt was foiled at the last moment.
- Darbe girişimi son anda engellendi.
This threatens to foil our plans.
- Bu planlarımızı engellemekle tehdit ediyor.
An application of a qualifier precludes non-partaking instances from the compound meaning of a term.
- Bir terimin birleşik anlamından dolayı, bir niteleyicinin kullanımı benzemeyen örnekleri engeller.
Nuclear power is stymied by the new laws.
- Nükleer güç yeni yasalar tarafından engellenmektedir.
The very pursuit of happiness thwarts happiness.
- Mutluluğun peşinde olmak mutluluğu engeller.
Phone robbery thwarted in unusual manner.
- Telefon soygunu olağanüstü bir biçimde engellendi.
The eclipse type that occurs when the Moon is at its farthest distance from the Earth is an annular eclipse. The Moon then appears too small to completely block out the disk of the Sun.
- Ay dünyadan en uzak mesafede olduğunda meydana gelen tutulma tipi halkalı güneş tutulmasıdır. Ay sonra güneş diskini tamamen engellemek için çok küçük görünür.
I put my fingers in my ears to block out the terrible sounds.
- Ben korkunç sesleri engellemek için parmaklarımı kulaklarıma koydum.
We pushed ahead despite the obstacles.
- Engellere rağmen ilerlemeye devam ettik.
We have managed to overcome the first obstacle.
- İlk engelin üstesinden gelmeyi başardık.
He was accused of obstruction of justice.
- O, adaleti engellemekle suçlanıyordu.
It is impossible to prevent this situation from occurring again.
- Bu durumun tekrar oluşmasını engellemek imkansız.
There's nothing you could've done to prevent that from happening.
- Onun olmasını engellemek için yapabileceğin bir şey yok.
Let's talk about ways that we might prevent this from happening again in the future.
- Bunun gelecekte tekrar olmasını engelleyebileceğimiz yollar hakkında konuşalım.
Don't let me keep you from your work.
- Seni işinden engellememe izin verme.
Leaders are trying to do away with impediments to economic growth.
- Liderler, ekonomik büyümenin önündeki engelleri ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.
I don't consider my myopia as an impediment.
- Miyopluğumu bir engel olarak görmüyorum.
This threatens to foil our plans.
- Bu planlarımızı engellemekle tehdit ediyor.
The biggest hurdle for pupils writing the exam was question fourteen.
- Sınava giren öğrencilerin en büyük engeli on dördüncü sorundu.
One of the greatest hurdles facing middle school students learning English is relative pronouns.
- Ortaokul öğrencilerinin İngilizce öğrenirken karşılaştıkları en büyük engellerden biri de bağ zamirleridir.
As a citizen of the world, I know ways of overcoming cultural barriers.
- Dünya vatandaşı olarak, kültürel engellerin üstesinden gelmenin yollarını biliyorum.
We must work hard to break down social barriers.
- Bizim sosyal engelleri yıkmak için çok çalışmamız gerekmektedir.
Handicapped parking is available.
- Engelli otopark yeri mevcuttur.
Handicapped people can't stand being pitied.
- Engelli insanlar acınmaya katlanamaz.
Iran balks at release of American woman.
- İran, Amerikalı kadının serbest bırakılmasını engelliyor.
I don't want to interrupt them.
- Onları engellemek istemiyorum.
She put her hands over her ears to shut out the noise.
- O, gürültünün girmesini engellemek için ellerini onun kulağının üzerine koydu.
The noise outside his window prevented him from sleeping.
- Onun penceresinin dışındaki gürültü onun uyumasını engelledi.
Noises interfered with my studying.
- Gürültü çalışmamı engelledi.
Tom wanted to stop Mary from doing that.
- Tom Mary'nin bunu yapmasını engellemek istedi.
There is no stopping her going abroad.
- Onun yurt dışına çıkmasını engellemek yok.
You're obstructing justice.
- Adaleti engelliyorsun.
He was accused of obstruction of justice.
- O, adaleti engellemekle suçlanıyordu.
He was accused of obstruction of justice.
- O, adaleti engellemekle suçlanıyordu.
Traffic was blocked by a landslide.
- Trafik bir heyelan tarafından engellendi.
Just how well can masks block the, even smaller than pollen, yellow sand dust? I think it much more of a nuisance than pollen.
- Maskeler sarı kum tozunu,polenlerden dahada küçük,ne kadar iyi engelleyebilir?Sanırım o polenden oldukça daha fazla bir baş belasıdır.
I tried to stop Tom from hurting Mary.
- Tom'un Mary'yi incitmesini engellemeye çalıştım.
She caught me by the arm and stopped me from going home.
- O, kolumdan yakaladı ve eve gitmemi engelledi.
They barred journalists from reporting on the elections.
- Onlar gazetecileri seçimlerle ilgili rapor vermekten engelledi.
The dog kept barking at me at the gate and kept me from coming in.
- Köpek bana kapıda havlamayı sürdürdü ve içeri girmemi engelledi.
It was hard for Tom to keep from smiling.
- Tom'un gülümsemesini engellemek zordu.