Belli belirsiz tanıdık geliyor.
 - Sounds vaguely familiar.
O, belirsiz bir yanıt verdi.
 - He gave a vague answer.
Onunla karşılaştığımı hayal meyal hatırlıyorum.
 - I vaguely remember meeting him.
Tom Mary ile tanıştığını hayal meyal hatırlıyor.
 - Tom vaguely remembers meeting Mary.
Tom oldukça anlaşılmaz davranıyor, değil mi?
 - Tom is being quite vague, isn't he?
Biraz anlaşılmaz olmaktan kendimi alamadım.
 - She couldn't help but be a little vague.
O, yapmak istediği şey hakkında kararsız görünüyordu.
 - He seemed vague about what he wanted to do.
a vague term of abuse.
I haven’t the vaguest idea.