Mother Teresa began her work by looking around to see what was needed.
 - Rahibe Teresa neye ihtiyaç olduğunu görmek için etrafına bakarak işine başladı.
Many nights did he spend, looking up at the stars.
 - O birçok geceyi yıldızlara bakarak geçirdi.
As a boy, I used to lie on my back on the grass and look at white clouds.
 - Çocukken çimin üstünde sırtüstü uzanır beyaz bulutlara bakardım.
Meg didn't even look at me.
 - Meg bile bana bakmadı.
By the look in his eye I could tell that he was speaking tongue in cheek.
 - Onun gözündeki bakışına göre onun şaka yollu konuştuğunu söyleyebilirdim.
Look into that, would you?
 - Onun içine bak, ne dersin?
You should look after the children from time to time.
 - Zaman zaman çocuklara bakmalısın.
Lucy's mother told her to look after her younger sister.
 - Lucy'nin annesi ona küçük kız kardeşine bakmasını söyledi.
He looked at me and smiled.
 - O bana baktı ve gülümsedi.
Looking at your Facebook friends' photos is a waste of time.
 - Facebook'taki arkadaşlarının resimlerine bakmak vakit kaybıdır.
She has an absent look on her face.
 - Yüzünde dalgın bir bakışı vardı.
I'll never be able to look him in the face again.
 - Ben ona yüzüne karşı tekrar bakamayacağım.
Let me have a look at your video camera.
 - Video kamerana bir bakayım.