üstsüz

listen to the pronunciation of üstsüz
Турецкий язык - Английский Язык
braless
topless

Sami worked at a topless bar. - Sami bir üstsüz barda çalıştı.

In Spain both toplessness and nudism are legal. - İspanya'da hem üstsüzlük hem de nudizm yasaldır.

üst
top

Tom put his wallet on top of the dresser. - Tom cüzdanını şifoniyerin üstüne koydu.

The wind blew harder yet when we reached the top of the hill. - Tepenin üstüne ulaştığımızda rüzgar daha da sert esti.

üst
upper

See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much. - Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.

He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh. - Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.

üst
{i} senior

She holds a senior position in the government. - O hükümette üst düzey bir konuma sahiptir.

Tom is a senior executive. - Tom üst düzey bir yöneticidir.

üst
superior

The chief clerk is not a hardworking man, but gets ahead rapidly because he knows how to curry favor with his superiors. - Baş katip çalışkan bir adam değil fakat üstlerine nasıl yaltaklanacağını bildiği için çabuk ilerliyor.

These products are superior to theirs. - Bu ürünler onlarınkinden daha üstün.

üst
upper side, upper part, top; outside surface; clothing, dress; body; (para) remainder, change; superior; upper, uppermost
üst
surface
üst
covering
üst
at or about (a certain time): öğle üstü in the early afternoon/ at noon
üst
upstairs

I saw him coming upstairs. - Onu üst kata gelişini gördüm.

She went upstairs to her bedroom. - O üst kata yatak odasına gitti.

üst
high

His beating four competitors in a row won our high school team the championship. - Onun üst üste dört rakibini yenmesi lise takımımıza şampiyonluk kazandırdı.

There are few high-ranking positions left open for you. - Sizin için açık bırakılmış birkaç üst düzey pozisyon var.

üst
change

Please be careful not to forget your card or your change in the machine. - Kartını ya da para üstünü makinede unutmamak için lütfen dikkatli ol.

When I asked him for change, he gave it to me. - Ondan para üstünü istediğimde, onu bana verdi.

üst
(Matematik) power

He believed in the supreme power of the law. - Hukukun üstün gücüne inanıyordu.

He swept to power in 1929. - 1929'da ezici bir üstünlükle iktidara geldi.

üst
upper part

He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh. - Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.

The upper part of the mountain is covered with snow. - Dağın üst kısmı karla kaplıdır.

üst
chief

The chief clerk is not a hardworking man, but gets ahead rapidly because he knows how to curry favor with his superiors. - Baş katip çalışkan bir adam değil fakat üstlerine nasıl yaltaklanacağını bildiği için çabuk ilerliyor.

üst
(Ticaret) major

A major is above a captain. - Binbaşı yüzbaşının üstündedir.

üst
powers
üst
(İnşaat) topping
üst
(Bilgisayar) ceiling

Tom is lying on his back, staring at the ceiling. - Tom sırt üstü uzanıyor, tavana bakıyor.

üst
remainder
üst
clothing
üst
outside surface
üst
upper side
üst
(Matematik) exponential

The exponential function has a horizontal asymptote. - Üstel fonksiyonun yatay asimptotu vardır.

The greatest shortcoming of the human race is our inability to understand the exponential function. - İnsan ırkının en büyük eksikliği üstel işlevi anlamak için bizim yetersizliğimizdir.

üst
uppermost
üst
(Biyokimya) super

These products are superior to theirs. - Bu ürünler onlarınkinden daha üstün.

The chief clerk is not a hardworking man, but gets ahead rapidly because he knows how to curry favor with his superiors. - Baş katip çalışkan bir adam değil fakat üstlerine nasıl yaltaklanacağını bildiği için çabuk ilerliyor.

üst
above

We are flying above the clouds. - Biz bulutların üstünde uçuyoruz.

Her dress is above the knee. - Elbisesi dizinin üstündeydi.

üst
body

The police undertook exhaustive searches but failed to find the body. - Polis ayrıntılı aramaları üstlendi ama cesedini bulamadı.

The guards performed a body cavity search. - Muhafızlar üst araması yaptı.

üst
dress

That dress looks good on you. - O elbise senin üstünde iyi gözüküyor.

Her dress is above the knee. - Elbisesi dizinin üstündeydi.

üst
ultra
üst
on top

Tom put his wallet on top of the dresser. - Tom cüzdanını konsolun üstüne koydu.

He put the skis on top of the car. - Kayakları arabanın üstüne koydu.

üst
upper surface, top: Kütüğün üstüne oturdu. She sat down on the log
üst
parent , powers , upper , exponent , top
üst
(a) superior, (a) boss
üst
clothes: Üstünü kirletme ha! Don't get your clothes dirty, you hear?
üst
space over or above: Üstümde ay parlıyordu. The moon was shining above me
üst
top, upper: en üst kat topmost floor. yokuşun üst yanında on the upper part of the slope
üst
remainder, rest (of an amount of money)
üst
highup
Турецкий язык - Турецкий язык
Belden üst kısmında giysi olmayan
üst
Bir şeyin dış yüzü, yüzey: "Ağzında lokmayı birdenbire yutmaya kıyamıyor, dilinin üstünde gezdiriyordu."- Ö. Seyfettin
Üst
yan
Üst
(Hukuk) FEVK
üst
Bir şeyin görülen yanı, yüzü
üst
Bazı tamlamalarda zaman bildirir: "Hiç unutmam; 1934 yılı sonbaharının serince bir akşamüstü idi."- Y. K. Karaosmanoğlu
üst
Birkaç şeyden birbirine göre yukarıda olan
üst
Öte, arka
üst
Sınıflamalarda temel olarak alınan bir tipe göre ileri derecede olan
üst
Artan, geriye kalan bölüm: "Bir liranın üstü olarak uşağın getirdiği yetmiş beş kuruşu masanın üstünden kaldırmaz."- A. Ş. Hisar
üst
Bir şeyin dış yüzü, yüzey
üst
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk: "Köyün üst tarafında, saman, taş ve yangın arasında, üstü sazlarla örtülmüş bir kulübenin önünde ateş yanıyor."- H. E. Adıvar
üst
Vücut, beden
üst
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk
üst
İlgilenilen, üzerinde durulan konu
üst
Bazı deyimlerde sorumluluk, yükümlülük anlatır. İlgilenilen, üzerinde durulan konu
üst
Birine göre yüksek aşamada olan kimse
üst
Bir şeyin görülen yanı, yüzü: "Bu sefer taşın üstünden inip yere oturdu."- M. Ş. Esendal
üst
Bazı deyimlerde sorumluluk, yükümlülük anlatır
üst
Giyecek, giysi
üst
Artan, geriye kalan bölüm
üst
Birkaç şeyden birbirine göre yukarıda olan: "Kadınların beni böyle göz hapsine almaları yüzünden üst düğmelerimi gevşetemiyordum."- R. N. Güntekin. Öte, arka: "Ben onu Şehzade Camisi'nin üst yanında, sokak içi, eski ahşap bir evde tanıdım."- Y. Z. Ortaç
üst
Birine göre yüksek aşamada olan kimse, mafevk
üst
Bazı tamlamalarda zaman bildirir
üst
us
üstsüz
Избранное