O yumuşak kilden ufak bir heykel yaptı.
 - He made a little statue out of soft clay.
Onun başarılı olacağına dair ufak bir umut var.
 - There is little hope that he will succeed.
Sana küçük bir şey getirdim.
 - I've brought you a little something.
Küçük erkek kardeşim televizyon izliyor.
 - My little brother is watching TV.
Kanepede azıcık kestir.
 - Take a little nap on the sofa.
Kanepede azıcık kestir.
 - Take a little nap on the couch.
Tom benden biraz daha genç.
 - Tom is just a little younger than I am.
Benim için biraz çok gençsin.
 - You're a little too young for me.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
 - Don't think little of the ants' lives.
Ne yazık ki o bu değişiklikleri kabul etmek için biraz fazla dar görüşlüdür.
 - Unfortunately he's a little too narrow-minded to accept these changes.
Anne kızlarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
 - The mother said little to the daughters.
Anne oğullarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
 - The mother said little to the sons.
Tom'un çocuklarına bu kadar az zaman harcaması şaşırtıcı.
 - It's amazing how little time Tom spends with his children.
O kadar az zamanım vardı ki öğle yemeğini aceleyle yemek zorunda kaldım.
 - I had so little time that I had to eat lunch in a hurry.